TIKANAN TÜRKİYE.

TIKANAN TÜRKİYE.

                1960'lı yıllardan beri  ülkede yaşanan tüm süreçleri izleme gayreti içinde oldum. Ama hiçbir zaman  bugünkü kadar  umutsuz olmamıştım. Ülkede tüm değerler-kurallar altüst olmuş, vasatlık, çürüme, liyakatsizlik,  derin bir yoksulluk ve çaresizlik hayatın her alanında karşımıza çıkıyor. 2024 yılında Türkiye artık laik bir ülke değildir, demokratik hukuk devleti de değildir. Ülke yönetilemiyor, yönetenler denetlenemiyor ve  hesap veremiyor. Ülkedeki ekonomik krizi unutturmak adına İsrail bize saldıracak savlarını bile ortaya atabiliyorlar.   Orman yangınlarının olduğu bölgelerin ranta dönüştürülmesi, Gebze ve Ümraniye belediyelerindeki hayvan katliamı, gıda sektöründe yaşanan ve  basına yansıyan sahtekarlıklar  ve pek çok olay bu durumun artık sürdürülemez olduğu gerçeğini ortaya koyuyor.

SİSTEM DEĞİŞMELİDİR

                2018 yılında uygulamaya giren "Cumhurbaşkanlığı  Hükümet Sistemi" denilen ucube sistem ülkeyi yönetilemez hale getirmiştir. Altı yıllık uygulamalar sonucunda görülmüştür ki  bu sistemde partili Cumhurbaşkanı ülkenin tüm yurttaşlarının Cumhurbaşkanı olamıyor. Sadece AKP'lilerin Cumhurbaşkanı gibi davranıyor. Bu sistemde TBMM devre dışıdır ve  demokrasi adeta askıya alınmıştır.  Sarayda hazırlanan yasalar AKP çoğunluğu ile tartışılmadan, irdelenmeden  oylanıp, meclisten geçerek uygulanmaktadır. Demokratik tartışma süreçleri işlememektedir. Tüm atamalar tarikat ve cemaat çevrelerinin işareti doğrultusunda yapılmakta olup   liyakat tümüyle devre dışıdır. Yaşanılan süreçler  80 milyonluk bir ülkenin  asla tek adam tarafından yönetilemediğini gösteriyor.   Bu sistem mutlaka değiştirilerek ülke demokratik parlamenter sisteme dönmelidir.

NARİN VE ARTAN KADIN CİNAYETLERİ

                İstatistikler AKP iktidarı döneminde kadın cinayetlerinin yoğun bir şekilde arttığını gösteriyor. İktidarın kadına bakışı ve bunun sonucunda yaratılan iklim  bu cinayetlerin en önemli nedenidir. Ülkedeki eğitim sisteminin niteliğini kaybetmesi, iktidar politikalarından etkilenen ve bundan vazife çıkaran kesimlerin  ortaya çıkmasına neden olmaktadır.  Son günlerde İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğünün kadın öğretmenlere giyim dersi verilmesi için bir vakıfla yaptığı anlaşma basına yansıdı. İktidar, kadın öğretmenlerin giysilerini de karışmak istemektedir. Yaklaşık iki ay geçmesine rağmen Diyarbakır-Tavşantepe  köyünde  hunharca öldürülen Sevgili kızımız Narin'in katilinin ortaya çıkarılmaması  devlet mekanizmasının,   ülkenin yargı ve emniyet bürokrasisinin başarısızlığının fotoğrafıdır. Korku iklimiyle bütün köy susuyor. Köy derin feodal muhafazakarlığa teslim olmuş durumda. Narin'in okul arkadaşları, öğretmenleri, oyun arkadaşları neden susuyor? Ülkenin ortak vicdanı Narin'in katilinin ortaya çıkarılmasını talep etmektedir.   

DİNSELLEŞEN-PİYASALAŞAN EĞİTİM SİSTEMİ

                9 Eylül'de okullar yeni bir eğitim-öğretim dönemine merhaba dedi. Eğitim sistemi siyasal iktidar dayatmalarının en yoğun yaşandığı bir alan. 23 yıldır  eğitimi dinselleştirmek adına yoğun çabalar içindeler. Önce 2012 yılında  ilköğretimde 4+4+4 sistemini uygulamaya koyarak  8 yıllık ilköğretim okullarını kapattılar. Yoğun bir şekilde devletin tüm olanaklarını kullanarak ve dayatarak "halk talep ediyor" yalanıyla  imam hatip okullarına arttırma  çabasına girdiler. Son yıllarda ÇEDES projesiyle imamları okullara, okuldaki öğrencileri camiye gönderdiler. Okul ve cami gibi işlevleri farklı  iki kurumu  aynileştirme çabasına girdiler. Sıbyan okulları açarak soyut işlem dönemine  henüz geçmeyen  4-6 yaş grubu öğrencilerine din ağırlıklı eğitim vermeye başladılar. Okulları tarikat, cemaat ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından  yönetilir hale  getirdiler. Son çıkarılan Öğretmenlik Meslek Kanunu ile de eğitim fakültelerini adeta sıfırladılar. Bu yasayı çıkartarak halkın öğretmenini yetiştirmek yerine iktidarın öğretmenini yetiştirmeyi  ve öğretmenlik meslek onurunu yok etmeyi hedeflediler.  Kamu okullarındaki liyakat dışı atamalar, dinselleştirmenin yarattığı nitelik kaybı nedeniyle orta sınıf aileler çocuklarını fahiş fiyatlarla özel okullarına göndermek zorunda kaldılar. Bu nedenle AKP iktidarı döneminde özel okulların oranı yüzde 20'yi aştı. Eğitimin piyasalaşması adına her adımı attılar. Özel okullarda öğretmenlerin çok düşük ücretle çalışmalarına  özel okul sahiplerinden yana tavır alarak destek verdiler. Almanya, Hollanda ve Finlandiya'da özel okul yokken  Türkiye ise bir özel okul cennetine dönüştü.  Tam bir eşitsizlik. Bu eşitsizliğin kaynağı siyasal iktidarın eğitim politikalarıdır.  Türkiye'de 207 Üniversite siyasal iktidarın arka bahçesine dönüşmüştür. İktidarın eski milletvekilleri  ve tarikat uzantılı isimler üniversitelere rektör yapılarak tek adam yönetimi üniversitelere taşınmıştır.

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ

                Türkiye, ülkeyi bu hale getiren, tıkayan siyasal iktidarla Anayasa değişikliği asla yapmamalıdır. Anayasayı,  Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamayan ve kendini "Siyasal İslamcı"  bir ideolojinin utangaç  temsilcisi olarak konumlandıran bu yapı ile anayasa değişiklikleri görüşülmemelidir. Ayrıca ülkenin çok ağır ekonomik yoksulluğun pençesinde olduğu  bir dönemde anayasa değişikliği yurttaşların gündeminde yoktur. Anayasa değişikliği çabası Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin devamını hedefleyen, ekonomik krizi gölgelemeye yönelik  bir arayıştır. Son günlerde TBMM başkanı Numan Kurtuluş'un Anayasanın ilk dört maddesi ile ilgili farklı yerlerde çelişkili açıklamaları, HÜDAPAR çizgisiyle aynı paralelde  olması  bu savımızı doğrulamaktadır.

SUSAN KURUMSAL YAPILAR

                Ülkedeki  iklimi iki cümleyle özetlersek "Türkiye akıl ve bilimin dışlandığı, korku ikliminin egemen olduğu bir ülkedir" saptamasını yapabiliriz.  Milli Eğitim Bakanlığı eğitimi dinselleştirme adına pek çok yasa çıkarıyor. Ülkedeki 97  eğitim fakültesinden tık çıkmıyor. Düşüncelerini özgürce ifade edemiyorlar. Konuyla ilgili sempozyum, çalıştay yapıp  "Yanlış yapıyorsunuz" deyip önerilerini sunamıyorlar.  Cüppeli Ahmet değişik yerlerde 15 bin kişinin katıldığı söyleşiler yapıyor, tarikat ve cemaatlerde pek çok taciz olayları ortaya çıkıyor. Hiçbir İlahiyat Fakültesi din adına yapılan yanlışlara itiraz ederek açıklama yapamıyor. Ülkedeki hukuk sisteminde yaşananlarla ilgili en çok hukuk fakültelerinin  konuşması gerekirken onlardan da ses çıkmıyor. Ülkenin bir an önce konuşan, tartışan bir iklime  dönüşerek nefes alması acilen gerekmektedir.

AZİZ SANCAR'IN ÖNERİLERİ

                Eylül ayının son haftasında İş Bankası'nın 100. kuruluş yıldönümü için düzenlediği "Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış" konferansında konuşan Nobel ödüllü bilim insanı Aziz Sancar Türkiye'ye yönelik çok değerli  öneriler sundu. Nedir bunlar: "Temel bilimlere öncelik verilmeli, teknoloji üretimi temel bilimlerden doğuyor,  kız ve erkek çocuklara eşit eğitim fırsatı verilmeli,  deney yapmak ve gözlem yapmak teoriden önce gelir. Eğitimde deney yapmaya önem verilmeli, politika ve din bilime karışmamalı, Akademik terfiler ve fonlar tamamen liyakata dayalı yapılmalı, bilim adamı ne araştıracağını kendisi seçmeli, ona şunu yap dayatması olmamalı ve zaman tanınmalı" şeklindeydi.  Sancar'ın önerilerinin iktidarın çağdışı uygulamalarına karşı önemli bir çıkış olduğunun altını çizmeliyiz.

VE CHP

                Tüm bu sorunlar yumağında iktidar olmaya en yakın parti olarak gördüğümüz CHP parti içinde beraberliği sağlayarak,  toplumun vicdanını yansıtacak  Cumhuriyetçi-Sol çizgiyle topluma net bir şekilde programını sunmalıdır.  CHP ve lideri,  parlamenter  sisteme geçme sözünü sık sık gündeme getirmeli, seçmenlerinin duyarlılığını dikkate almalı, partiye ve seçmenlerini hakaret eden  yapılara karşı dik durmalı, Sinan Ateş davasında gösterilen vicdanlı ve kararlı tavır gölgelenmemeli, edilgen tavır üretilmemelidir.  

                Aydınlık ve demokrat bir Türkiye özlemiyle.

YAZARIN DİĞER YAZILARI