ÜLKE GÜNDEMİ VE MİLLİ EĞİTİM BAKANI GÜNDEM ÖZETİ

ÜLKE GÜNDEMİ VE MİLLİ EĞİTİM BAKANI

GÜNDEM ÖZETİ

                Uzun bir bayram tatili sonrası ülke gündemine  yeni tartışmalar taşındı. Tatil süresince trafik kazalarında 68 insanımızı kaybettik. Ülkedeki ekonomik kriz tüm boyutlarda hayatlara yansıdı. Ülkenin en zengin yüzde 20'lik dilimi çok iyi koşullarda yaşarken yüzde 80'lik dilimin çok hızlı bir şekilde yoksullaştığı Türkiye fotoğrafı  karşımızdaydı.  Ülkeyi yöneten iktidarın yerel seçimler sonrası seçim yenilgisini unutturmaya yönelik normalleşme-yumuşama  çalışmaları bir başka bahara kaldı. Seçimden birinci parti çıkan CHP'nin siyasal iktidarla uzlaşma adına yaptığı görüşmeleri sonlandırarak erken seçim kartını toplumla buluşturmasını artık hayat dayatıyor. Temmuz ayında ücretlere yapılacak zam konusunda yapılan açıklamalardan siyasal iktidarın tercihinin yoksullardan, asgari ücretlilerden, emeklilerden yana olmadığı ortaya çıktı.  AKP,  uyguladığı IMF programıyla sermaye kesimlerinden yana sınıfsal tavrını çok açık olarak ortaya koyuyordu. AKP'nin ekonomik programında belli  ki halk yok.Son günlerde ülkenin her köşesinde çıkan orman yangınları yine yüreğimizi dağladı. Siyasal iktidar geçmiş yıllardaki gibi yetersiz önlemlerle  bu tür felaketlere hazır olmadığını yine gösterdi. Ormanlarımızı ve ormanlarda yaşayan binlerce canlının kaybına neden olan bu yangınlara karşı hazırlıklı olmak bu kadar mı zor. Kapitalizmin daha çok kar, daha çok para kazanma anlayışının sonucu olan Küresel İklim Krizinin artık  yaşadığımız doğal çevrelere tehdit olmaya başladığını çok rahat görebiliyoruz. Tüm bunlar yaşanırken Milli Eğitimde eğitimi dinselleştirme çabaları da hızla sürüyor. Çocuklar öğretmenler aracılığıyla imam hatip liselerine yönlendiriliyor, kurulması düşünülen Öğretmen Akademileriyle dinselleştirilmiş eğitime uygun öğretmen yetiştirmeyi planlıyorlar. Eğitim Fakültelerinin, varlık nedenlerini geri plana iten bu anlayışa karşı sesleri maalesef çıkmıyor.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI İSTİFA ETMELİDİR

                Cumhuriyet Eğitim Devriminin kurucusu Mustafa Kemal "Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım akıl  ve bilimdir"  diyerek orta çağdan yeni çağa ülkemizin onurlu yolculuğuna imza atmıştı. Cumhuriyetin altıncı Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati 22 Nisan 1928 yılında yaptığı konuşmada "Hepiniz kabul edersiniz  ki, milli eğitim sorunu baştan sona dek bir bilim ve uzmanlık sorunudur. Milli eğitimde atılacak her adım incelemeyi, denemeyi ve ayırdetmeye gereksinir " ifadeleriyle Milli Eğitim Bakanlığında akıl ve bilimin önceliğini işaret etmişti.  Aşılamayan bakan Hasan-Ali Yücel Milli Eğitim Bakanlığı sürecinde "Kendi kendine açıp solan çiçek bırakmayacağım" diyerek yoksul halk çocuklarına aydınlık pencereler açarken Köy Enstitülerinin kuramcısı uygulayıcısı  İsmail Hakkı Tonguç'un  "İlköğretim meselesinde sıra, yoksul ve toplumun en ağır yükünü taşıyan halkın çocuklarını okula kavuşturmaya gelmiştir. Bunun icap ettireceği her türlü fedakarlığı göze almaya mecburuz" şeklindeki ifadeleri, içselleştirilmiş bir eğitim hakkı bilincini ve ilerici bir bakışı   yansıtmaktadır. Diğer Milli Eğitim Bakanları Dr. Reşit Galip ve  Saffet Arıkan, eğitimde akıl ve bilimi temel alan çalışmaları hayata geçirmişlerdi.  Cumhuriyet kadroları eğitime böyle baktı.

                Yüzyıl sonra, imam hatip kökenli,  eğitime bu vizyonla bakan ve siyasal iktidarın çıkardığı çok özel kararnamelerle önce profesör, sonra rektör yapılan eğitimci olmayan Milli Eğitim Bakanı Cumhuriyetin tüm kazanımlarını yok etmeye çabalamaktadır.  Bundan önceki dönemde Maliye Bakanlığı yapan Nebati evrensel ekonomi biliminin  ilkelerine ters düşen uygulamalarıyla ülkeyi uzun yıllar  mali açıdan gri bölgede tuttuysa şimdi de Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin pedagoji ve çağdaş eğitim karşıtı uygulamalarıyla Türkiye'yi eğitimde gri bölgeye dahil etmeye çalışıyor. Parti devletinin siyasal İslamcı bakanı  Cumhuriyetin temel aldığı  akıl ve bilimi önceleyen laik-bilimsel eğitim politikaları yerine  eğitimi tümüyle dinselleştiren-piyasalaştıran  eğitim politikalarını hayata geçirmeye çalışıyor ve adeta topluma dayatıyor.  TBMM'nde "tarikat ve cemaatlarla" çalışacağını söyleyebiliyor, ÇEDES projesiyle okul ve caminin işlevlerini  karıştırıyor, hiçbir eğitici kimliği  olmayan imam ve vaizleri okullara, okuldaki  çocukları camiye taşıyor, mezarlık temizliği yaptırıyor, kefenlere giren çocuklara, ölüm ve hac senaryoları uygulattırılıyor.

                Mustafa Necati 1927 yılında nasıl bir eğitim ve okul sorusuna "Herkes bilir ki, bugün yalnız süs gibi okuma- yazma öğreten, doğal yetenekleri ve ulusal toplumun yararı için gereken yetileri öldüren kurumlara okul denemez. Biz, çocukları doğa ile, eşya ile, gerçeklerle karşılaştıran, neşe ve özgürlük içinde çalışmaya, gözlem ve usavurmaya, yaratıcılığa götüren bir okul istiyoruz"  derken 100 yıl sonra 2024'ün Milli Eğitim Bakanı ortaçağ eğitim sistemini toplumda egemen kılmaya çalışıyor. Bu akıl dışı eğitim politikaları sürdürülebilir değildir. Son seçimlerde ikinci parti olan bir siyasal iradenin bakanı ülkenin tüm çocuklarını evrensel dünyadan uzaklaştırmaktadır. Çocuk haklarını çiğnemektedir, buna hakkı yoktur.  İstifa etmelidir.  Son günlerde bakan yine  saçma sapan açıklamalarda bulunarak öğretmenlerin fonlandığını ifade etti. Öğretmen kavramını içselleştiremeyen bakan, kendisinin tarikat ve cemaatlere fonladığı gerçeğini galiba unutuyor. Öğretmenler kamu görevlisidir ve onların maaşları fon değil emeklerinin karşılığı aldığı ücretlerdir. Bakan özel okul öğretmenlerinin çığlıklarını kulaklarını tıkamış ve adeta özel okul patronlarının yanında saf tutarak  piyasadan yana tavrını ortaya koymuştur.

            Bakanın acele bir şekilde uygulamaya  kalktığı "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" bir siyasal parti sloganıdır. Bakan da bunu itiraf etmek zorunda kalmıştır.  Hazırlanma yöntemi bilimsel değildir, demokratik de değildir. Eğitimin anayasası olarak isimlendirdiğimiz Müfredat ülkenin tüm eğitim  bileşenlerinin katılımıyla hazırlanır. Önce ihtiyaç analizi yapılır, bunlar bilimsel araştırmalarla desteklenir,  pilot uygulamalar yapılır, sonuçlar tartışılır  ve sonra uygulanır. Bilimsel yöntem budur. Ayrıca bu çalışmalara kimler katılmış  bu isimler topluma sunulur. Çok açık ki bu müfredatın hazırlanma sürecinde  tarikat ve cemaatler, ilahiyatçı, imam hatipli kadrolar yer almıştır. Siyasal İslamcı bu kadroların dünyaya ve eğitime bakışı çağ dışıdır.  Müfredatın dili de de bu nedenle sorunludur.  Evrim demekten kaçınmak için 'tekamül', bilim yerine 'ilim' kelimelerinin tercih edilmesi, 'belagat', 'kamil insan' vurguları, siyasal İslamcı  ideolojilerine uygun bir kuşak yetiştirme hedefledikleri çok açıktır. Sonuç olarak bu müfredat,  tümüyle İdelojik dinsel öğretileri öne çıkaran bir programdır.

                Siyasal İslamcı anlayışla hazırlanan  bu programa  TÜSİAD "Gerçek beka meselesi olan eğitimdeki müfredat değişikliği  oldu bittiye getirilmemeli " diyerek itiraz etmiştir. Yine ERG, TEDMEM, Eğitim-Sen, Eğitim İş, ADD, ÇYDD, YKKED gibi eğitim süreçlerini izleyen kuruluşların ciddi itirazları oldu. Eski Talim Terbiye kurulu Başkanı Prof.Dr. Burhanettin Dönmez'in de  itirazları basına yansıdı. Üniversitelerin eğitim fakülteleri ise sessiz kalarak bu suça katılmışlardır. Tarih onları affetmeyecektir. Yalnız Çukurova Üniversitesi eğitim fakültesi öğretim üyeleri cesur bir çıkış yaparak bu programa neden karşı olduklarını bir raporla ortaya koymuşlardır.

MÜFREDATTA ÇIKARILAN BAZI BAŞLIKLAR

                T24'de Prof. Dr. Ali Alpar  müfredatta fizik derslerinin yeni halini irdeleyen yazılar yazarak müfredatı irdeledi. Yeni müfredatta kuantum fiziği konuları çıkarılmıştı. Alpar Hoca itirazını "Sıradan maddenin, katıların, sıvıların, temelde atomların yapısını kuantum mekaniği olmadan anlamak mümkün değil. Çağdaş teknolojinin neredeyse tamamı kuantum fiziğine dayanıyor" ifadeleriyle  yaptı.  Fizik ile ilgili projelerin yapılmasına yönelik yeni müfredatta "Türkiye'de gerçekleştirilen fizik bilimi ile ilişkili projelere yer verilerek öğrencilere vatanseverlik, tasarruf, yardımseverlik gibi erdem ve değerleri kazandırmanın yanında sürdürülebilirlik okuryazarlığı, dijital okuryazarlık, bilgi okuryazarlığı gibi beceriler kazandırılacaktır."  ifadeleri  epeyce sorunlu. Alpar bu sorunlu ifadeleri "Türkiye'de yapılan fizik projelerini öğrenerek 'vatanseverlik' ve 'tasarruf' gibi değerler çıkabileceğini düşünmek tuhaf. Yani sadece yerli araştırmalardan çıkan sonuçları kullanarak 'tasarruf' edinilebileceği mi  sanılıyor?  Böyle bir şey dünyanın hiçbir ülkesi için mümkün değil" diye eleştirerek  bilimin evrenselliğine vurgu yapar. Bir başka örnek ise Evrim Teorisinin müfredattan çıkarılmasıyla ilgili. Salgın döneminde her akşam televizyonlarda virüsün geçirdiği mutasyonları ilgiyle izledik.  Covid virüsünün geçirdiği evrimleri öğrendik. Bu süreç tam da uygulamalı evrim teorisi dersiydi adeta. Siyasal İslamcıların bunu anlaması tabii ki çok zor.  Bilim ve laiklik karşıtı anlayışla  bilim derslerini azaltma ve  bol bol dinsel "değişmez bilgi" vermeyi temel almışlar.  

SONUÇ OLARAK

                İçinde yaşadığımız yıllarda bir öğretim programı "aklıselim, kamil insan" yetiştirmeyi değil "Düşünen, sorgulayan, merak eden, soru soran, eleştirel düşünceye yatkın" insan yetiştirmeyi temel almalıdır. Bu müfredat değişikliği ile Türkiye eğitimde gri bölgede yer alacaktır. Böyle bir bakan Cumhuriyetin 100. Yılında ülkemize yakışmamaktadır. İstifa etmelidir. Çocuklarımızın doğuştan getirdiği yetileri şekillendiren, onları toplumsallaştıran, insanlaştıran, özgürleştiren,  kamusal, laik-demokratik-bilimsel   eğitim sistemi dileğimle .

YAZARIN DİĞER YAZILARI