Dün öğleden sonra evimin salonunda oturup dinlenirken derin düşüncelere dalıp gittim. İster oturayım ister gezeyim, alışveriş yapayım her ne olursa olsun; aklım, gönlüm kalbim, yüreğim Güneydoğudaki yurttaşlarımızla birlikte... Kendimi onların dünyasından çekip alamıyorum. Hayal gücüm sürekli çalışıyor. Bir anda tüm dünyaları altüst olan bu insanlarımızı düşünüyorum. Eşlerini, evlatlarını, ana babalarını bir anda kaybedenler... Evleri-yuvaları yıkılırken çığlıklar atarak yardım isteyenler...
İşleri- işyerleri bir anda yok olurken anında yoksulluğa ve yoksunluk çukuruna yuvarlanan bu insanların acılarını yüreğimin derinliklerinde hissederken gözlerim yaşarıyor.
Evinde sıcak rahat bir ortamda oturuyor olmasından ayrıca suçluluk duygusuna kaptırıyor insan kendisini, o da ayrı bir yara gönlümüzde.
İNANILIR GİBİ DEĞİL.
Haberlere göre bu yıl okyanuslarda yapılan ısı seviyesi ölçümlerinde bugüne kadar ulaşılan en yüksek seviyeye çıkılmış. Bunun anlamı; giderek artan yakıt tüketiminin atmosferin üst tabakalarında yarattığı "sera gazı" etkisiyle dünyamızın ısınmakta olduğu.
Böyle giderse büyük iklim değişiklikleri olacak kuraklık ve susuzluk giderek bir felakete dönüşecek ve geleceğimiz tehlikeye girecek. Geleceğimiz, derken bu konuda masum olan diğer tüm canlıları da olayın içine katmak gerekiyor o zavallıların bu konuda hiçbir sorumlulukları yok. Biz insanoğlunun yarattığı tehlikenin bedelini o masum canlılar da bizimle beraber ödeyecekler.
Yakıt tüketimini artıran etmen elbet dünya nüfusunun hızla artmakta olması. Bizim kadar yaşama hakları olan paylaştığımız dünyanın diğer ortaklarımızın yaşamını da tehlikeye atma hakkımız var mı? Elbet yok. Ayrıca onların yaşam alanlarını da giderek daraltıyor ve onları da cendereye sokuyoruz.
Şaşırtıcı olan; bu felakete sürükleniş karşısında tek tek ülkelerden de Birleşmiş Milletlerden tepki gelmiyor olması. Nüfus artışının önüne geçmek için kimse bir çözüm önerisi getirmiyor. Bırakın çözüm önerisi getirmeyi, bu konudan söz bile etmiyor. Nüfus planlaması artık ağza alınmıyor.
Birinci derece sorumlu olan politikacılar sanırım yığınları incitmekten çekiniyor ki konuyu ağızlarına bile almıyorlar. Bakalım bu garip durum daha ne kadar sürecek?
BİR DURAK İÇİN
Mahalle arasındaki berberimde traş olmuş durağa kadar yürüyerek gelmiş, ama yorulmuştum. Evimize bir durak daha vardı birileriyle birlikte otobüse bindik. Bir durak sonra inerken yaşça pek de genç olmayan birisi, kaba hoyrat bir sesle nezaketten uzak, homurdanarak:
"Bir durak için de otobüse mi binilirmiş?" diye söyleniyordu. Dönüp,yaşımı söyledim... Hiç oralı olmadı. Sonra aklımdan geçti:
İki seçenek vardı yanıt için; Umarım benim yaşıma gelirsin de sen de böyle homurtulara muhatap olursun ya da. Umarım benim yaşıma gelemeden gidersin de böyle homurtulara muhatap olmazsın.
Bana ikisi de yakışmazdı. O kendisine yakışanı yaptı. Ne diyelim: Allah ıslah etsin.
ANADOLU GERÇEĞİ
Yüzlerce yıl boyunca gerek Osmanlı aydınları gerek Cumhuriyet dönemi aydınları başlangıç döneminde Anadolu gerçeğinden uzak kaldı.
Yamaçlardaki yemyeşil ormanlardan söz ettiler, şık giyinmiş genç kızların sülün gibi süzülerek, türküler söyleyerek pınarlardan testileriyle evlerine su taşıdıkları hayali köy tabloları çizdiler...
Hatta bir ozanımız: "Orda bir köy var uzakta o köy bizim köyümüzdür/ Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür." diyebildi. Köy gerçeklerini dile getiremediler.
Mahmut Makal kendi köyünü "Bizim Köy" romanında tüm yoksulluğu ve umarsızlığıyla sergilediği için uzun süre mahpus yattı.