FATİH PORTAKAL’IN TALİHSİZ AÇIKLAMASI

 

Ülkemizde siyaset yapmak çok zorlaştı. Hele de eşit koşullarda siyasi faaliyette bulunmak imkânsız. Bu imkânsızlığın, siyaset yapma zorluğunun yaratanının başında iktidardaki AKP gelmektedir. On yedi yıldır iktidar olan AKP; kuvvetler ayrılığını (Yasama, Yürütme, Yargı) ve demokrasiyi ortadan kaldırdı. Buna örnek olarak, AKP Genel Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın 14 Temmuz 1996 günü, “Demokrasi bir tramvaydır, gittiği yere kadar gider, orada ineriz. Demokrasi amaç değil araçtır.” Dediği günden itibaren adım adım tek adama doğru politikalar ürettiler. Tek adam formülü ya da Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denen bu ucube rejim; hiçbir zaman ülkenin, vatandaşların hayrına olmadı, hayrına da olmayacaktır!

17 yıldır iktidar olan AKP; Cumhuriyetin bütün değerlerini ortadan kaldırdığı gibi, ülkeyi 500 milyar dolar borçlandırarak, batma noktasına getirdi. Ülke uçurumun kenarındadır. İktidar önlem almazsa; ne biz kalırız ayakta, ne de iktidar kalır. Yok olur gideriz!

AKP iktidarı önlem alacak gibi durmuyor. İktidarda kalmak için devletin tüm olanaklarını kullanıyor. Devletin olanaklarını kullanmakla kalmayıp, her türlü hileye, yalana, iftiraya başvuruyorlar. Buna örnek olarak; “80-100 kişi türbanlı bacımızı taciz ettiler, geziciler camide içki içtiler, elimizde görüntüler var.” demelerine rağmen yalan çıktı. Belediye seçimlerinde, muhalefeti, “Zillet, illet, terörist, ülkenin bekası” v.b. gibi söylemlerle ülkeyi ikiye böldüler. Halka hesap vermemek için İstanbul Büyük Şehir Belediye seçimlerini iptal ettirdiler. İstanbul Belediye seçimlerinde aynı zarftan çıkan dört oydan üçünün geçerli, birinin geçersiz sayılması inanılacak gibi değildi. Hatta iptal edilen İstanbul Büyük Şehir Belediye başkanlığını Yüksek Seçim Kurulu (YSK), gerekçeli kararında çalma kelimesi yokken, AKP iktidarı aday ve yöneticileri “çaldılar” diye iftira ettiler. Kim çaldı? Sorusuna cevap veremediler.

Son olarak, Ordu Valisi’nin emriyle VİP kapısından geçirilmeyen İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Vali’ye küfrettiği iddialarını gerçekten olmuş gibi gündeme getiren Fatih Portakal, ya bir tuzağa düşürülmüş, ya da yanılmış olabilir. Bunca tecrübesine rağmen böyle bir yanılgıya düştüyse üzülürüm. Çünkü Cumhuriyetin yıkıldığını, tek adam idaresinde bir rejim olduğunu göremeyecek kadar kör olacağını zannetmiyorum.

Seçimler demokratik bir haktır, eşit yarış olmasa bile. Demokrasiyi sadece oy sandığı olarak görsek dahi! Hiçbir belediye başkanı, vali, bakan, yönetici ve hiçbir vatandaş hiç kimseye küfretmemesi gerekir. İmamoğlu’nun küfrettiği iddiaları yargıya taşımış bulunmaktadır (Yargıya talimat verildi bile)! Hukuki sürecin sonunda açığa çıkacaktır. Fakat Ordu Vali’sinin daha önce CHP ve CHP adaylarına, taraftarlarına ağza alınmayacak hakaret ve küfürler ettiğini dile getirmeden, İmamoğlu’nun küfrettiği iddialarını, “Gözümle gördüm” diyerek kesinleştirmek bir gazeteciye yakışmamıştır. Bazı kaynaklar tarafından “montaj” dendiği halde!

İşte Fatih Portakal’ın söylemi; “Ekrem İmamoğlu o sözleri söyleyemez, devlet hepimizin devleti, vali hepimizin valisi. Siyasetçinin valiye böyle sözler söyleme hakkı olamaz,

Devleti parti devleti olarak görebilirsiniz, şu anda ya da size bel altı vuruşlar yapabilirler, önünüze setler gerebilirler, sizi sinirlendirecek her türlü şeyi yapabilirler ama bir siyasetçi olarak kamunun önündeyseniz ve devleti nasıl görürseniz görün, devlet bizim devletimizdir, vali bizim valimiz, o lafı diyemezsiniz.” 07.06.2019

Çok yazık, (Devleti hala normal bir devlet gibi görüyor!) devletin değil de partinin valisi neden benim valim olsun? Devlet bir toplumsal sözleşme ise birileri bu toplumsal sözleşmeyi tanımam, “Devlet benim, bana biat edeceksiniz” diyorsa devlet neden benim devletim olsun? Birileri demokrasiyi ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya çalışıyorsa ve kaldırdıysa boyun mu eğeceğiz? Bakın Sayın Portakal; siz bu söyleminizle demokratik, laik, sosyal hukuk devletini değil de 17. ve 18. yüzyıllarındaki Avrupa Monarklarını ya da Padişahlığın, Şahlığın idaresindeki bir devleti tarif ediyorsunuz!

İşte sizin düşündüğünüz devlet yapısının özellikleri: “Egemenliğin kaynağını Tanrı’da bulan, iktidarın sınırı olarak yalnızca Tanrı’yı ve doğal hukuku gören 17. ve 18. yüzyıl Avrupa Monarkları (Hükümdarları), kendilerini, hükümetlerini insan topluluğuna karşı değil, Tanrı’ya karşı sorumlu görüyorlardı. Hükümranın kendisine karşı sorumluluk taşımadığı, ama vergi, askerlik vb. çeşitli ödevlerle yükümlendirebildiği halk, herhangi bir hak sahibi de değildi. Tebaanın kimlerden oluştuğunu bilmenin hükümran açısından tek önemi, gerektiğinde askere alabileceği, ya da vergilendirebileceği insan kitlesinin büyüklüğünü saptamaktan ibaretti.

… Modern vatandaşlık, rasyonel ve özerk olduğu, siyasi katılım ve denetim yetenekleri olduğu varsayılan özgür bireyler ve onların yarattığı siyasi kurumlar üzerinde temellenmiştir.” (AÖF Ulus Devlet ve Modern Vatandaşlığın Kuruluşu, Sayfa, 131, 132)    

Sayın Portakal; beni tebaa olarak gören hiçbir anlayışın, inanışın, görüşün yanında değilim. Ben “Kimsesizlerin kimsesi” olan Cumhuriyetin ve demokratik, laik bir devletin yanındayım!

Saygılarımla.

 

Kemal GÜRBÜZ

Şair, Yazar-Devlet Sanatçısı

18.06.2019    

YAZARIN DİĞER YAZILARI