BU BİR SAVAŞ MI? (2)
Bir önceki yazıda Coronavirüsün doğal bir sonuç değil, egemen güçlerin dünya nüfusunu yönetebilecekleri bir sayıya indirmek için ürettiklerini yazmıştık.
"9 Haziran 1969 yılında ABD Temsilciler Meclisi Ödenekler Alt Komitesi'nde Dr. D. M. McArtur, gelecek 5-10 yıl içinde üretmeye başlayacakları "insanın bağışıklık siteminde çöküntüye yol açacak biyolojik ajan çalışmaları için" 10 milyon dolar istemiştir. Adı geçen kişi, ABD Savunma Bakanlığı Teknoloji Bölümü Başkanıdır. " bilgisini de buna örnek olarak göstermiştik.
Aids gibi biyolojik silahın bu anlayışla üretildiğini ve etkilerini de rakamlarla belirtmiştik. Acaba bu türlü biyolojik silahın yalnızca nüfusu azaltmaya yönelik yıkıcı etkileri mi var? Bu konuyu biraz açalım:
Yıllar önce nüfusumuz bu denli fazla değildi. Köy ve şehir ayrımı belirgindi. Bugünkü gibi her taraf beton yığını değildi. O zaman için insanlar, özellikle de geceleyin bir yerden başka bir yere giderken ıssız dağ başlarında her çalının korku verici bir biçimde görülmesi nedeniyle korkularını yenmek için ellerini kulaklarına atıp var güçleriyle bağırarak türkü söylerlerdi. Eski sokak kabadayıları, karşılarındakine korku salmak için naralar atarlardı. Kavgada her iki taraf karşısındakini sindirmek için yüksek sesle bağırarak tehdit ve hakaret içeren sözler söylerler. Yine birilerini yüreklendirmek için "Sen korkmazsın, sen güzelsin, sen çok akıllısın." gibi cümleler kullanılır.
Bu basit örnekler, bize iki türlü algılama yöntemi bulunduğunu göstermektedir:
Birincisi iyi yönden başkalarını etkilemek, moral vermek; ikincisi de bunun tam tersine kötü yönden etkilemek, karşı tarafa korku salmaktır.
Bunun adına ister algı yönetimi, ister psikolojik yönlendirme/savaş diyelim bu yöntem, çok eskilerden beri kullanılmaktadır. Bugünkü ülkelerin savaş gücünü arttırma yarışı da bir bakıma karşı tarafa gözdağı verilerek caydırıcı bir rol oynamak içindir. Yani yalnız bir savaş olduğunda tedbir olarak silahlanma değildir. Nitekim uluslar, ulusal bayramlarında, geçişler sırasında askeri güçlerini sergilerler. Zaman zaman da askeri tatbikatlar yaparlar. Büyük yıkımlara yol açacak silahlarını denerler. Bunların da en büyük amacı caydırıcılık, karşı tarafa gözdağı verme, açıkçası bir psikolojik savaştır.
İşte anılan virüsün asıl öldürücü etkisi ulusları ve bireylerini moral bakımından çöküntüye uğratmak, sürekli bir korku salmaktır. Yani bir psikolojik savaştır. Ölen insanların büyük bir bölümü, onu yenmeye çalışmak yerine öncelikle ruhsal bir çöküntü içine giriyorlar. Vücutları direncini yitiriyor. Bu nedenle duyulan ölüm korkusu, bağışıklık sitemlerini alt-üst ediyor. Bir bakıma yenilgiyi daha baştan kabullendikleri için ölüyorlar.
Elbette ülke çapında birtakım tedbirler alınıyor. Bu tedbirler sırasında büyük bir iş gücü kaybı oluyor. Üretim büyük çapta duruyor. Bu da yokluklara ve sıkıntılara yol açıyor. Ekonomik yönden bizim gibi güçlük içindeki ülkeler, bellerini uzun süre doğrultamayacakları bir ortama sürükleniyorlar. Böylelikle sömürü güçlerine muhtaç duruma düşüyorlar. Egemen güçler de bunu sürekli sömürü için fırsata dönüştürüyorlar.
İnsanlar, en ufak bir üşütmede bile ilaca sarılmaya hazır duruma getirilmiş oluyor. Bu da ilaç israfına, dolayısıyla da büyük ilaç kartellerinin sürekli milyarlar kazanmalarına yol açıyor. Açıkçası bu virüsün asıl yıkımı psikolojiktir. Bu nedenle de egemen güçlerin açtığı bir biyolojik savaştır. Nitekim şimdiden bu gibi virüsü biyolojik bir silah olarak üreten ülkeler, ağızlarındaki baklayı çıkarmaya ve birbirlerini suçlayarak bunu açık etmeye başladılar. ABD Başkanı Trump'ın Çin'i suçlayan demeci, -her ne kadar virüsü yayma suçlaması biçiminde de olsa- bunu açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü günümüzde savaşlar, iki tarafa da çok pahalıya mal olmaktadır. Artık biyolojik savaşlar ön plana çıkmıştır. Asıl amaç, gelecekte kendileri de zarar görmeden nüfusu azaltmaktır
Hemen sorulacak: "Bu biyolojik savaşlardaki ölümler, onu üreten ülke vatandaşlarına da zarar veriyor. Bunu nasıl açıklamak gerekir?"
Bizim süper güç olarak gördüğümüz ülkeleri asıl yönetenler, yönetiyor görünenler değil, o ülkedeki çokuluslu vakıf ve şirketlerin birlikte oluşturduğu derin devlet gücüdür. Onların mensuplarına ve İsrail'e doğrudan zarar vermediği takdirde ölümlerin, onlar açısından dünyanın neresinde olduğunun hiçbir önemi yoktur. Büyük bir olasılıkla da bir virüs üretilirken onun aşısı da üretilmiştir. Bu nedenle anılan nüfusa zarar gelmez.
O halde bu belayı en az zararla atlatmak için ne yapmalıyız?
Öteki tedbirleri uygulamakla birlikte asıl olarak psikolojik yönden sağlam durmak, asla moralimizi bozmadan, ümitsizliğe kapılmadan kendimizi bu psikolojik savaşın etkisinden kurtarmaktır. (07.05.2020) Nuri Çelik