DÜNYADA BİR İLK

DÜNYADA BİR İLK

Yetmiş yıldır Laik Cumhuriyet her yönden aşındırılmaya çalışıldı. Ama büyük yaralar alıp zor dönemler geçirdiği halde dimdik ayakta, yıkılmadı; yıkılamadı. Yıkılamayacak da.

Neden mi? Çünkü temeli sağlam. Ulusal bayramlarımıza bir bakalım: Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkış tarihi olan 19 Mayıs 1919 günü gençliğe emanet edilen bir bayram, 23 Nisan 1920'de TBMM açılışı da ulusal egemenliğin çocuklara bırakıldığı bir bayram olarak kutlanmakta. 29 Ekim 1923 tarihi Cumhuriyetin kuruluş yıldönümü, ulusumuzun tümüne bir bayram olarak armağan edildi.

Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkışı ve izlediği rotalar, bir devrimdi. Cumhuriyetin kuruluşundan sonraki köklü devrimlerin temel taşlarıydı. Bu nedenledir ki devrimlerin bekçisi, genel anlamda genç, asıl anlamıyla kafası ve gönlü genç, aydınlığa koşmak isteyen her yaştaki insanlar olabilirdi. Ancak aydınlık kafalar onu savunabilirdi. İşte bu nedenle devrimlerin korunup kollanması görevi gençlere, Laik Cumhuriyet'in korunup kollanması da halkın kendisine bırakıldı. Cumhuriyet, çoğulcu bir sahiplenme ile yaşatılabilirdi çünkü.

En büyük devrim de TBMM'nin Anadolu'nun göbeğinde, bozkırın ortasında açılmasıdır. Egemenliğin, kayıtsız şartsız saraydan alınıp halka verilmesi, bunun da halkın temsilcilerinden oluşan meclis eliyle kullanılmaya başlanmasıdır. İlk bakışta önemsizmiş gibi görünebilir. Ama o günün koşulları içinde ve ayrıntılarıyla düşünülünce ne büyük bir olay olduğu kolayca anlaşılabilir. Tarihte örneği olmayan bir gelişmeydi bu. Çünkü iktidarı ele geçiren herkes, o fırsatları değerlendirerek kendisi lehine bir dikta yönetimi kurmak istemiştir. Becerebilirse ve varsa meclisi ortadan kaldırmıştır. Açıkçası egemenliği kendi kişiliğinde toplamıştır. Onu hiç kimseyle paylaşmak istememiştir.

Mustafa Kemal ise, dünyada ilk kez bu anlayışı yıkarak ve daha sonraları da tüm ısrarlara karşı diktayı elinin tersiyle itip kendisinin bir gün öleceğini ama Türkiye Cumhuriyeti'nin sonsuza dek yaşayacağını vurgulamak suretiyle geri çevirmiştir. Hem de diktaya yönelmesi mümkünken.

Kurtuluş Savaşı'nın her aşamasında açtığı meclise önem verip onun kararlarına saygı duymuştur. O meclisteki temsilciler arasında tek ortak nokta ülkenin kurtarılması düşüncesiydi. Öyle dikensiz gül bahçesi de değildi. Her eğilimde insanlar vardı ve bunlar gruplar kurmuştu. Bu gruplar bugünkü muhalefet partilerinden daha etkili muhalefet yapıyorlardı. Öylesine muhalefet vardı ki Başbakan İsmet İnönü, bundan bunaldığı için o günkü meclisle işlerin yürütülemeyeceğini yeni bir seçime gidilmesi gerektiğini belirtince Mustafa Kemal, işlerin asıl böyle bir meclisle daha iyi yürütüleceğini söyledi. Çünkü O, eleştirilmeliydi. Bu eleştirilerle gurura ve kibre kapılmadan gerçeklerden hareketle ulusuna daha iyi hizmet edeceği inancındaydı ve bu anlayışından ölünceye dek sapmadı.

Bir kurtuluş savaşı, halk adına egemenliği kullanan ve kendi içinde çıkarttığı temsilciler eliyle hükümet görevini de üstlenen meclis eliyle yönetildi başından sonuna dek. Bu bir ilkti. Dünyada başka bir örneği de yoktu. Hem de çevresinde dikta heveslilerin iktidarda bulunduğu bir dönemdi, o dönem.

Böylesine bir gelişme, Anadolu topraklarını temel alan genç bir cumhuriyetin doğuşunun temel taşıydı. Cumhuriyetin çocukluk aşamasıydı. Asıl egemenliğin gelecekteki sahipleri de çocuklar olacaktı. Bu nedenle ulusal egemenliğin saraydan halka geçişinin, kulluktan kurtulup eşit yurttaşlık haklarına kavuşmanın çocuklara bayram olarak armağan edilmesi, tutulacak en iyi yol olabilirdi. TBMM'nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal, kendi eseri olan bu kurumun kuruluş günü olan 23 Nisan'ı çocuklara bayram olarak armağan etti.

Yakın bir geçmişte de bu bayram dünya çocuklarının bayramı kabul edildi. Bu da dünyada bir ilktir. Zaten Atatürk'ü büyük yapan aklı ve bilimi en büyük mirası olarak nitelemesi, devrimci kişiliği, dünya barışına yaptığı katkılar ve ilklerin adamı oluşu değil midir? 30.04.2020 (Nuri Çelik)

YAZARIN DİĞER YAZILARI