DÜŞÜNDÜKÇE İÇİM YANIYOR

Ulus olarak onaylanmayacak yanlışlıklar içindeyiz. Dünyanın en verimli, en güzel topraklarında, yetişmiş insan kaynaklarımız, yeraltı ve yerüstü zenginliklerimiz, verimli ovalarımız birbirinden farklı yedi iklim bölgemiz var. Ama gereksiz tartışmalarla zaman geçiriyoruz. Hiç hak etmediğimiz yönetim biçimiyle yönetiliyoruz. Hiç de azımsanamayacak oranda açlık sınırı altında yaşayan yurttaşlarımızın bulunması ayıbını yaşıyoruz. Yıllar geçip gidiyor. “Başka ülkeler aya, biz yaya” örneğine uygun bir görüntü veriyoruz.
Ülkenin en verimli toprakları betonlaştırılıyor. Sözgelimi Çukurova'yı düşünelim. Yılın dört mevsimi ekim-dikim yapılacak topraklar bitmek üzere. Koskoca, bu dünyanın en verimli toprakları beton yığını görüntüsüne büründürüldü, Gerçekte bu topraklar, tek başına şu andaki nüfusumuzu besleyecek durumda… Elbette Hollanda'daki akıl ve mantıkla hareket edildiği takdirde… 
Osmaniye'den Kız Kalesi'ne kadar neredeyse ekim-dikim alanı kalmadı. Oysa bu toprakların bir örneğini Nil Deltası'nda görebiliyoruz ancak. Koskoca ova, baştanbaşa beton olmuş.
Yalnız burası mı? Aydın, Nazilli, Bafra, Çarşamba, Bursa,  hatta yeşilliğin pek az olduğu koskoca Konya Ovası da beton yığını görüntüsünü veriyor. Tarım ve hayvancılık öldü. 
Eskiden “kendi kendine yeten yedi ülkeden biri” olmakla övündüğümüz ülkemiz, şu anda samanı bile dışarıdan alıyor. Düşününce insanın içi yanıyor. 
Bizim kuşak çok sıkıntılar çekti. Yokluğu ve yoksulluğu iliklerine dek yaşadı. Ne yalan söyleyeyim o günleri özlüyorum. Yediğimiz içtiğimiz hiçbir şeyde tat kalmadı. Meyve bu denli bol değildi. Ama bir salatalık, bir portakal yerken kokusu ta uzaklardan duyumsanabiliyordu. Evlerde yapılan, hatta fırınlarda pişirilen ekmekler mis gibi kokardı. Şişman insanı görmek çok zordu. Bu nedenledir ki “Bir tutam et, bin ayıp örter” denirdi. Ya şimdi?
Şimdi bu sözü, “Bir gram et, bin dert” biçiminde kullanmak durumundayız. Neredeyse şişman olmayan kimse yok. Dünyada olduğu gibi bizde de şişmanlık birinci derecede sorunlar arasına girdi. Bazı çağdışı kafalar, her şeyi bolca bulduğumuz için böyle olduğunu ileri sürebilir.
Hemen belirtelim, bunun asıl nedeni, işsizlik ve yoklukla verilen uğraşın ve benzer durumların yarattığı sıkıntılar ve genetiği değiştirilmiş gıdalar tüketimidir. Açıkçası insanlarımızın belli bir azınlık dışında kalanlarınca bugününü ve yarınını karanlık görmesi nedeniyle bu cennet ülkede cehennem yaşantısına hükümlü kılındığı saklanamaz bir gerçektir. Bu zengin ülkenin yoksul bekçileri olduğumuzu söylersek hiç de abartmış olmayız..
Gelecek kuşakları düşündükçe içimi bir hüzün kaplıyor. “Yazık ettik bu güzel ülkeye” diyorum. “Yazık ettik bu ülkenin güzel insanlarına, gençlerimizin geleceğine” diyorum. Üretmeyi öğrenemeden tüketmeye koşullandırıldık. Bilim ve teknik, hızla ilerlerken biz birbirimizle didişiyor, bu güzelim topraklar üzerinde ulusça mutlu olacağımıza gittikçe mutsuzluğu artan bir toplum oluyoruz.
Basın-yayın organları sürekli şiddet, ölüm ve savaş haberleriyle çalkalanıyor. Artık iyi bir haber okumanın/duymanın olağandışı sayıldığı bir dönemden geçiyoruz.
Hep başkalarının ürettiklerini kullanıyor ya da tüketiyoruz.  Bir tüketim toplumu olduk. Bir gün genetiği değiştirilmiş ürünlerin satıcıları bunu vermeyerek, teknik araçları satmayarak bizi cezalandırmak isterse ne yapacağız? Böyle bir durum ya teslim olmak, ya da ölümü seçmek anlamına gelir. Sakın “Böyle şey olur mu?” demeyin. Olur. Çünkü gelişmiş Batı toplumunun arkasındaki büyük güçler, uzun yıllardan beri böyle bir çalışma yapıyorlar. Tek dünya devleti kurmanın temellerini sağlamlaştırmaya çalışıyorlar. Üzülerek belirtelim ki bu konuda hayli yol aldılar.
Bunu “Dünyada Sömürü Nasıl İşletiliyor? Sömürgenlerin Tek Dünya Devleti Kurma Düşleri” adlı kitabımda en kısa ve en anlaşılır biçimde anlatmaya çalıştım. (Henüz basılmadı.)
Pırıl pırıl bir gençlik yetiştireceğimize “kindar ve dindar” gençlik yetiştirmekle onların ekmeklerine yağ sürüyoruz. Ne diyelim, yazık, hem de çok yazık! 12.01,2019
YAZARIN DİĞER YAZILARI