EMEKSİZ YEMEK OLUR MU?
Toplumsal yaşamda güçlüler ve zayıflar vardır. Haksızlık eden ve kendisine haksızlık edilen vardır. Ezenler, sürekli ezmeye, ezilenler de ezilmemeye çalışır. Ezenler, güçlü olduğu için ezilenler, ezenlere karşı bireysel çabalarla pek başarılı olamazlar. Haksızlığa uğradığını düşünenler, birliktelikler oluşturmak zorundadırlar.
Bunun için ilk akla gelen, kuşkusuz sendikalardır. İkinci derecede de sivil toplum kuruluşlarıdır. Sendikacılık da geri kalmış ülkelerde devlet gücünü elinde tutanların izin verdikleri ölçüde haklarını savunacak birliktelikler oluşturabilirler. İleri ve demokratik hakların tanındığı ülkelerde bağımsız sendikalar etkilidirler. Ancak oralarda da egemen güçlerin engelleriyle karşılaşılır.. Yani ezilenlerin haklarını tam olarak alacakları bir birliktelik, henüz vardır diyemeyiz.
Geri kalmış ülkelerde "sarı sendika" diye bir kavram geliştirilmiştir. Sar sendika, yönetenlerin, ya da egemenlerin sendikaların emekçiler lehine işlemesini önlemek için düşünülmüş bir tuzak /uydu sendikacılıktır. Danışıklı bir işlevi üstlenir. Emeğin sömürüsünü önlemek için üyelerinin haklarını savunmakta olan sendikaların verimli çalışmaları değişik taktiklerle önlenmeye çalışılır. Hak arayanlar için hakkını aramak bir insan hakkı, yöneticiler için ise bir suç gibi algılanır.
Öncelikle bu sendikalar temsil hakkını kazanacağı üye sayısına çoğunlukla ulaşamaz. Özel ilişkiler ve ufak çıkarlarla üyelerin gerçek sendikaya gitmesi önlenir. Böylelikle de hak aramadaki en etkili silah olan kısmen ya da toptan işi durdurma (Grev) hakları kullanılamayacağı için sendikaların emeğin değerini parasal olarak alabilmeleri mümkün olamaz. Bir sendika, işi yavaşlatma, belli bir süre işyerini çalıştırmama gibi silahlarını kullanabilir. İşveren de bunu göze alamazsa emekçilerin isteklerini pazarlık konusu yapar.
Demokratik hakların en geniş biçimde kullanıldığı ülkelerde bu haklar konusunda o ülkenin insanları son derece duyarlıdırlar. Çünkü o hakları almak için bedel ödenmiştir. Bu hakların alınması için yıllarca uğraş verilmiş, birçok acılar çekilmiş, canlara mal olmuştur.
Örnek vermek gerekirse Avrupa, gerek inanç ve düşünce, gerekse de başka özgürlükleri elde edebilmek için 1100 yıllık bir engizisyon cehennemi dönemini yaşadı. Sonra 130 yıl da mezhep savaşlarıyla boğuştu. Binlerce cana mal oldu. İşkencelere katlanmak zorunda kaldılar. Yani bugünün insanının anlayamayacağı kadar büyük bedeller ödendi. Bu nedenledir ki o ülkelerde en ufak bir insan hakkını kısma girişimi büyük tepki ve çalkantılara yol açar.
Bizde öyle değil. Çünkü bedel ödenmedi. Atatürk, Avrupa insanının yüzyıllar süren uğraşlarla bedel ödeyerek elde ettiği hakları, Türk halkına hiç bedel ödetmeden hediye etti. Bu nedenledir ki insan hakları konusunda duyarsız davranıyoruz. Önemini kavrayamıyoruz.
İnsan bir şeyin değerini ancak onu yitirince anlıyor. Bizim insanlarımız, oyuyla cumhuriyet değerlerinden tek adamlığa giden yolu açtı. Şu anda ekonomik açmazlarla canı yanmaya başladı. Yani küçük çaplı da olsa bedel ödemek zorunda kaldı. Artık bundan sonra ufak da olsa bir bedel ödediği için demokrasinin değerini bilmeye başlayacaktır. Cumhuriyet değerlerinin kendisi açısından ne denli önemli olduğunu artık anlamak zorunda. Çünkü ufak çaplı da olsa bedel ödüyor. Bağımızda, bahçemizde emek harcamasak ürün alabilir miyiz? Ürün alabilmek için emek vererek bir bedel ödememiz gerekiyor, öyle değil mi?
"Atalarımız, emek olmadan (emeksiz) yemek olmaz." diye boşuna mı demişler?
Nuri Çelik