HANGİSİNİ İSTİYORUZ?
Bir toplumun ulus olabilmesi, bilim yeterliğine sahip bir dilinin olmasına bağlıdır. Anlaşmada ne denli kolaylık sağlanıyorsa, gelişmiş bir dili varsa uluslaşması da o denli kolay ve sağlam olur. Siz bakmayın bizim yabancı özentici, cümleler arasına yabancı sözcükler karıştırarak aşağılık duygularını gizlemeye çalışan aydın geçinenlerle okur-yazar cahillerin Türkçe'nin gücünü anlayamayan söylemlerine. Dilimiz, böyle özenti ve bilgiçlik taslayanların anlayamayacağı kadar zengindir, güzeldir.
Gerek kuralları, gerek söylenişi, gerekse okunduğu gibi yazılıp yazıldığı gibi okunuşu açısından dünyada eşi yoktur. Ayrıca da Türk uygarlığı iki alfabe yaratan zengin bir uygarlıktır. Bu nedenle de dili sağlam ve zengin kurallara sahiptir.
Selçuklular döneminde sarayda Arapça konuşulmuş ama halk, Arap kültür sömürüsünü kabul etmemiştir. Osmanlı döneminde de saray ve çevresinde Arapça-Farsça-Türkçe karışımı yapay bir dil kullanılmasına karşın halkın anlayışı değişmemiştir. Bu nedenledir ki Türkçe, Cumhuriyet döneminde çok kısa bir sürede kendi gücünü göstererek dünyadaki zengin diller arasında yerini almıştır. Hemen bazı kişiler dünyada resmi dil olarak kullanılmadığını söyleyeceklerdir. Bir ulusun dili, yalnızca onun kültür zenginliği değil, ekonomik gücüyle de ölçülür. Siyasal yönden saygın, ekonomik yönden de güçlü bir ülkenin dili yaygın bir konuşma ağına sahip olur ve böyle bir dil de dünyada resmi bir dil olarak kullanılır. Eğer Atatürk yaşasaydı ve tersine bir gelişimin kurbanı olmasaydık bugün zengin bir ülke olurduk ve dilimiz de hak ettiği yeri alırdı.
Amacımız savunma ya da dil hakkında bilgi vermek değil, böylesine sahip olduğumuz zengin bir hazinenin yok edilmek istenmesine bilerek-bilmeyerek araç oluşumuzu kısaca belirterek bir yurttaş olarak uyarı görevini yerine getirmektir.
Günümüzde sömürü güçlerinin her bakımdan bizi kendimiz olmak, kendimiz kalmaktan soyutlayarak tarihten silemeseler bile sömürü aracı oluşumuzu sürekli kılmak istedikleri düşünen beyinlerce bilinmekte ve önemsenmektedir. Yine bu gerçek aydınlar, hangi düzeyde ve hangi okulu bitirmiş ya da bitirmemiş olurlarsa olsunlar bu kötü gidişe engel olmak için büyük bir uğraş vermektedirler. Toplumsal yapımızın bozulması, kurumların yıpratılması, köşe dönmecilik, neme lazımcılık, üretmeden tüketme anlayışı ve ulusal değerlerin ortadan kaldırılması suretiyle ulusal bilinçten yoksun kılınarak bizi yönetilen bir toplum yapma düşüncesi, henüz tam olarak üstünlük sağlayamadı. Ama bu konuda çok büyük bir yol alındığı da gizlenemez bir gerçektir.
Bunların hepsinin yeni baştan uzun zaman alsa da yörüngesine oturtulması mümkündür. Ama Arap ve Batı özentisiyle bu kültürlerin aracı olmayı sürdürürsek kendi kültürümüzü, ulus olmayı yitiririz. Geri dönüşü de oldukça zordur. Çünkü artık halk da, okumuş kimseler de, yöneticiler de dilimizin yok oluşuna aracılık etmeye başladı. Anadolu'daki öz Türkçe ya da Türkçeleşmiş kişi adları yerine koyu Arapça adlar kullanılmaya başlandı. Giysiler, Arap giysilerine ya da rahibe giysilerine özenti biçiminde biçimlenmektedir. Yani bir yandan Batı dillerine, rahibe giysisine özenti ile öte yandan da Arap diline ve giyim biçimine özenti sonucu hem Batı, hem de Arap kültür sömürüsüne çanak tutmaktayız. Bu gidiş, önlenemezse ileride Türk dilinin, dolayısıyla da Türk kültürünün yok oluşu kaçınılmaz olacaktır. Kültürden yoksun bir toplumun da ulus olabilmesi mümkün değildir.
Bir yandan marka düşkünü, körü körüne batıya öykünen sorumluluk bilinci verilmemiş, aşağılık duygusu içinde, birkaç sözcükle argo konuşan gençlerimiz, öte yandan, insanın neredeyse kendisini yabancı bir ülkede duyumsayacağı yabancı dildeki levha ve yazılar. Yine bir yandan rahibe baş bağlama özentisi, Arap gibi giyinme, Emevi Arapçılığına öykünme, Arapça özel ad koyma modası. Başka bir deyişle Batı ve Arap kültür sömürüsüne gönüllü olup kendi kültürümüze yabancılaşma.
Böyle bir durumu, çoğu kişi çağın bir gelişimi olarak görüp önemsemeyebilir. Bu kadar sorunlar varken böyle bir konuda yazmayı yanlış bulabilir. Ama inanın, bu konu son derecede önem kazandı. Çünkü Yabancıya özenti ile kültür sömürüsüne gönüllü olmak, bizim ulus olmamızı önleyen bir gelişmedir. Ortak bir dili ve kültürü olmayan bir toplumun ulus olması mümkün değildir. Bu zamana dek bu tür özenti, hep yönetenler arasında olup halk, diline ve kültürüne sahip çıkıyordu. Şimdi ise toplumun halk kesimi de dâhil tümü, Batı dilleri ve Arap kültür sömürüsüne aracılık ediyor. İşte asıl tehlike de budur.
Bir karar vermemiz gerekiyor: Kendimiz mi kalacağız, yabancı kültür sömürüsüne aracılık mı edeceğiz? Zengin ülkemizde insanca, saygın bir ulus olarak mı yoksa sömürülen bir toplum olarak mı yaşamak istiyoruz?
Nuri Çelik