KENDİ KENDİNİ YENMEK
Ağaçların bedenlerini çürüten ve ağacı öldüren kendi içindeki kurttur. Bu nedenledir ki yaramaz ve hiç yerinde duramayanlar için “İçinde kurt var.” denir Daha çok, çocuklardaki yaramazlığı, enerjinin dışa vurumunu dile getirmek için kullanılan bu söz, kendi içimizdeki bizi yiyip bitiren endişeler için de geçerlidir. Çocuklarda bunun fazla zararı yoktur ama büyüklerde bulaşıcı, öldürücü bir hastalıktır.
Birçok kişinin birçok kaygılarını dile getirdiği, kurguladığı, bir süre sonra da kendisini inandırdığı bir durumdur. Kişi, farkına varmadan, doğal davranışların dışında davranmaya ve söylenmeye başlar.
İşte büyüklerdeki her alanda kafalarda yaratılan bu kurgulamalar, kuruntuya dönüşür ve tıpkı ağaç örneğinde olduğu gibi kişileri yiyip bitirir. Çoğunlukla içte yaratılan bu korkular, yanlış davranışlara dönüşür. Kişi, kafasında yarattığı o korkuların benzerlerini yaşamak zorunda kalır. Bazen de korktuğunun olmadığını görerek bir pişmanlık yaşar. Bu durum herkes için geçerlidir.
En tehlikelisi de kafamızda bazılarını olduğundan daha güçlü, daha becerikli, daha yiğit gibi kurgulayarak kendimizi karamsarlığa itmemiz, etkisiz, kendi gücünü kullanamayan, yenilgiyi peşinen kabullenen bir kişi durumuna düşürmemizdir. Yani kendimizi kendi içimizdeki kurdun yiyip bitirmesini kendi elimizle sağlayarak etkisiz kılmamızdır. Böyle bir ruh durumu, asıl tehlikeden daha büyük bir tehlikedir.
Şu anda aklı başında, çıkarını düşünmeyen hiç kimse ülkemizin bir açmazın içinde olmadığını söyleyemez. Gerçekten de cumhuriyetin geleceğinden endişe duyuyoruz. Ülke bir iç hesaplaşmaya, bir iç çatışmaya doğru adım adım ama bilinçli olarak sürükleniyor. Bunu işbirlikçiler, sahte milliyetçiler, cumhuriyet karşıtları, satılmış beyinler de görüyor, gerçek yurtseverler de…
Buna alkış tutup amaçlarına ulaştıklarını düşünerek sevinenlere söyleyecek bir sözümüz yok, acele etmemelerini öğütlemekten başka. Ama bunun karşısındakilere söyleyeceklerimiz var. Yukarıdaki örneği boşuna vermedik. Lütfen kendi gücümüze güvenelim. Birtakım kuruntularla teslim bayrağını çekmeyelim. Kendimizi kendimiz yenmeyelim. Tahriklere kapılmadan, inancımızı yitirmeden kötü duruma teslim olmadan onu yenmek için elimizden geleni yapalım. Halkın sağduyusuna inanarak ona geçmişte ilhanlıklar, imparatorluklar kurmuş bir ulusun bireyi olduğumuz gerçeğini sabırla ve inatla anlatalım. Aşağılık duygusu içinde olmamız, “Eyvah, öldük, bittik, artık hiçbir çıkar yol kalmadı!” havasından kendimizi kurtarmanın yolunu bulmak zorundayız. Eğer kendimizi bu duygulardan, bu karamsarlıktan kurtaramazsak, bu düşünce kanser gibi tüm benliğimizi sararak bizi edilgenleştirir. Yenilgiyi savaşmadan kabul eden bu kanserli tutumu sürdürürsek, kendimize, halkımızın sağduyusuna inancımızı yitirirsek, işte o zaman asıl yenilgi kaçınılmaz olur. Uygulanan psikolojik savaşı dolayısıyla da laik cumhuriyetin bir Arap cumhuriyetine dönüşümünü kendi elimizle sağlamış oluruz.
“Böylesine kötü bir durum, bizi çok aşar, ne yapabiliriz ki?” düşüncesine kapılmak, yenilgiyi peşinen kabul etmek, teslim bayrağını çekmek anlamına gelir. Lütfen kendimize soralım:
“Kurtuluş Savaşını kazanmak için neyimiz vardı ve o günkü insanlar, halkına sarsılmaz bir inançla güvenen Atatürk’ün çevresinde toplanıp da canlarını vermeselerdi bugünkü bu cumhuriyet ve satmakla bitirilemeyen Cumhuriyetin değerlerine sahip olabilir miydik?” Yine gerçek dindarlara sesleniyorum: Eğer gencecik on bin cana mal olan Kurtuluş savaşı olmasaydı yüz binin üstündeki bu camilerden ezan seslerini duyabilirler miydi? Yoksa çan sesleriyle mi uyanırlardı? İnancın gereği bu ülkeyi korumak için elinden geleni yapmak mıdır yoksa savaşla ele geçiremedikleri bu ülkeyi kendi elimizle din-iman nutuklarına kanarak Haçlıya teslim etmek midir?
Bu ülkenin kurumlarının yok edilişine sessiz kalmak, bir ihanet değil midir? Bu ihaneti içimize sindirirsek iş işten geçince atalarımızdan emanet aldığımız ülkemizi gelecek kuşaklara aynı biçimde ulaştıramamanın utancından nasıl kurtulabiliriz? Lütfen bu soruyu kendimize soralım.
“Bu ülke yalnız benim mi, şu kurum ya da şu kişiler sahip çıksın.” anlayışı kanseri ve yıkımı sağlayan en büyük hastalıktır. “Biz ne yapabiliriz ki?” anlayışı hastalığın virüsüdür. Herkes elinden geldiğince her türlü yollarla aymazlık içinde olanları uyandırmak zorundadır.
Ne dersiniz, içimizdeki kurda ve karamsarlığa teslim mi olacağız, yoksa daha kötü durumlarla da karşılaşacak olsak bile umutsuzluk kanserini yenmek için çaba mı harcayacağız?
Nuri Çelik