NE YAPMAK GEREKİYOR?
Siz hiç kutlamak mı yoksa kızmak mı gerektiğini bilemeden öylece sessiz kaldığınız, şaşkınlıktan ne diyeceğinizi bilemediğiniz bir durumla karşılaştınız mı? “Nasıl olur?” demeyin. İnsan bazı durumlarda ne diyeceğini, ne yapacağını bilemiyor. Bir tepki gösterse nasıl sonuç vereceğini kestiremiyor.
Bir süre önce böyle bir durumla karşılaştım. Bir minibüs şoförünün, şehrin çok kalabalık bir yerinde, içimden bu karışıklıktan nasıl çıkacağını düşündüğüm bir anda, sol eliyle konuştuğu cep telefonunu tutarken sağ eliyle de bir yandan para üstü verirken öte yandan da hem direksiyonu yönetip hem de vites değiştirdiğini ve kaza yapmadan bunu başardığını gördüm.
Doğrusunu isterseniz böyle bir durumda ne yapacağımı bilemedim. Böylesine bir ustalık sergileyen sürücüyü kutlamam mı gerekiyordu, şikâyet mi etmeliydim, yoksa orada uygun biçimde uyarmalı mıydım; bilemedim. Durumu ne denli de uygun bir dille söyleseydim belki de bir tartışmaya neden olacak, yolcuların da sürücü yanında yer aldığını görerek konuştuğuma pişman olacaktım. Şikâyet etseydim de belki başım ağrıyıp üzülecektim ve bir sonuç çıkmayacaktı.
Bunları sonradan düşündüm. Dedim ya o anda donakaldım. Aslında araba kullanırken telefon kullanılmayacak. Kural böyle ama pratikte uygulanamıyorsa bunun fazla bir önemi yok öyle değil mi? Yine de ne olursa olsun bir yurttaş olarak sessiz kalmamalıydım. Bu nedenle kendimi suçluyorum. Yurttaşların bu gibi durumlarda sessiz kalmaması gerekir çünkü.
Hangi birisini düzelteceğiz, hangi birisini şikâyet yoluyla önlemeye çalışacağız? Öylesine insan yaşantısını hiçe sayan yanlışlıklar ve keyfilikler var ki…
Bu nedenle olsa gerek artık trafik kazalarını da sakat kalmaları da ölümleri de doğal saymaya başladık. Kanıksadık, önemsemez olduk. Yaşamın doğal akışı içinde bir olay olarak görmeye başladık. Bence asıl tehlikeli olan, hatta kazalardan daha acı olanı da yaratılan bu umursamaz durumumuzdur.
Rekabet dolayısıyla çok tehlikeli biçimde öbürünün önüne geçerek sonra yan yana gelip yolu kapatarak sözlü atışmalardan tutun da geceleyin tek ön ışıkla yola devem eden, aşırı yükleme nedeniyle yan yatan, gittiği yolu üstten düşen maddelerle tehlikeli kılana dek düşünmekte zorluk çekeceğimiz örneklerle karşılaşıyoruz.
Acaba, bunlar nasıl önlenebilir? Hatta önlenebilir mi? Ne acıdır ki kimsenin elinde hazır bir reçete yok. Böyle bir sihirli değneğe sahip değiliz. Bunun nedenleri üzerine eğilmek gerekiyor.
Neredeyse dört yanı denizlerle çevrili bir ülkede yaşıyoruz. Neden denizle ulaşıma önem vermeyiz? Neden kısa ve uzun mesafelere deniz yoluyla ulaşmayı düşünmeyiz? Yurdun dört bir yanını çelik ağlarla örmeyi gururla söylediğimiz anlayışımız neden terk edildi? Yıllarca önce bir gazetemizden bununla ilgili bir istatistik dikkatimi çekmişti. “1950 yılına dek 9000 KM demiryolu yapılmasına karşın o günden bu yana ancak 900 KM ekleme yapıldı.” deniyordu. O kadar yokluk içinde böylesine bir ağ örülebilmişken günümüze dek tekniğin ve olanakların hızla arttığı bir dönemde neden daha çoğunu eklemedik? Neden taşımacılığı dengeli götürmeyi düşünerek daha az petrole dayalı bir anlayışı egemen kılarak dışarıya daha az bağımlı olmayı düşünmedik? Neden böyle düşünen yönetimimiz yok?
İşte bu soruların yanıtını bulduğumuz an gerçeği kavramış oluruz.
Hemen bir kısım çevreler, devletçi anlayışı ön plana aldığımızı ve gelişmiş ülkelerdeki karayolu ağının gelişmişliğini öne sürecekler. Öncelikle belirteyim ki keşke Atatürk’ün o karma ekonomi anlayışını teknik araç ve gereçleri çağın gelişimine uydurarak, yönetimi de özerkleştirerek sürdürebilseydik. Türkiye kesinlikle en ön saflarda yerini alırdı. İkinci olarak da belirtelim ki gelişmiş ülkelerde demiryolu ve deniz yolu taşımacılığı hiç de karayolu taşımacılığından daha geride değildir.
Kendi ülkelerini böyle geliştiren ileri ülkeler, bize arabalarını satmaları için hep karayolunu geliştirmemizi söylüyorlar. Yöneticilerimiz de buna uygun davrandıkları için bugünkü açmazın çukurunda debelenip duruyoruz. Ne pahasına? Geriliğe ve savaştaymışız gibi binlerce insanımızın ölümü ve sakatlanması pahasına…
Yakın bir geçmişten beri AB’nin isteği doğrultusunda çift yol politikası izlendi. Ne oldu? Kaza mı azaldı? Hayır. Ne oldu biliyor musunuz? Neredeyse yerli araba kullanan kalmadı. Tümüyle dışa bağımlı olduk. Elin oğlu karayoluna önem vermemizi boşuna istemiyor, öyle değil mi? Şimdi insafla düşünelim: Cezaları artırmak mı, yoksa ulusalcı düşünerek deniz ve demiryoluna önem vermek mi gerekiyor? (Nuri Çelik 27.02.2019)