TOROSLARDAN KAZ DAĞLARINA
Düşünen beyinler, hep deniz kıyısındaki gelişmiş yörelere gitmesinler. Oralarda gerçekleri göremiyoruz. Küçük yerleşim birimlerine gitsinler; yüksek dağ başlarına çıksınlar. Oranın insana bir şurup gibi sunulan serin ve tatlı esintisinin serinliğiyle rahatlayıp düşünsünler. Bu güzellikler neden kirletilir? Bu ülke neden yokluğun pençesinde? Neden varlık içinde yokluğu yaşıyoruz?
Ben öyle yaptım. Bir süredir Toroslar’ın o güzelim görünümü, çağlayan suları, geçit vermez tepeleri ve temiz havası ile iç içe oldum. İnsanlarıyla konuştum. Acılı türkülerini dinledim. Bu insanlar acılar çekmişler. Sanki yedikleri acılı yemekler onların yaşamlarına yansımış. Yaşam, acı ve tatlıdan ibaret. Ortası yok. Bir şeyler yüklediği eşeğine binerek her şeyden habersiz gibi ilerleyen insanlar dert yükü. Pek konuşmak istemiyorlar. Sessiz kalarak, sıkıntısını anlatmaya çalışıyorlarmış gibi geliyor insana… Yokluğu, yoksulluğu kader bellemişler. Dünyadan haberi olduğu, modern araçları kullandığı halde bu anlayışın değişmemiş olması içimi acı yiyeceklerden daha fazla yakıyor.
Size farklı bakıyorlar. Herkes herkesi tanıdığı için yabancı olduğunuzu hemen fark ediyorlar. Hep kaderine terk edilmiş. Hep oy alma zamanı, oy almak için gidilmiş ona. Bu nedenle tedirginler, kuşkulular. Önce öylesine yaklaşıyorlar. Merak ediyorlar. Okumuşlar fazla uğramamış yanlarına. Köyde okuyup meslek edinenler de büyük şehirlere yerleşmişler. Genellikle yaşlılar çoğunlukta bu yörelerde. Bunun sonucu olarak da gerçeklere yabancılar, okumuşlara olduğu gibi… Güzel gelenekler aşınmaya uğramış. Buralarda da maddiyat ön plana çıkmış. Yazık olmuş, yazık olmuş güzelliklere.
Her şeyi parasal, dinsel açından değerlendiriyorlar. Gerçekleri söyleyenlere değil de çıkarcıların din-iman nutuklarına, sağlanan ufak çıkarlara kolayca kanıyorlar. Dinsel gerçeklerden söz etmediğiniz, ülke sorunlarına dokunmadığınız, oy verdiği parti aleyhinde olmadığınız sürece sizi dinliyorlar.
İçlerinde şakayla karışık dünya olaylarını kestirmeden yorumlayanlar da var. Yani dünya olaylarını kendi gerçeklik penceresinden bilgece yansıtanlar…
Hemen belirtelim ki aydınlarımızla bu insanların anlaşması hayli zorlaşmış. Eskiden daha kolaydı. Zorluk ikiye katlanmış.“Bu da ne demek, günümüz iletişim araçlarını kullanmıyorlar mı?” diyeceksiniz. Doğrudur, hemen hemen herkesin cep telefonu var. Gelişimden habersiz değiller. Çetin dağ koşullarının değişmez taşıtı eşekle pahalı arabayı yan yana görebilirsiniz. Ama bilgiler kulaktan dolma, tek yönlü şartlandırmalardan oluşuyor. Onlara gerçekleri öğretebilmek için önce ekonomik çıkarlar sağlanıp insanca yaşayacakları ortam hazırlanmalı, sonra da yanlış şartlanmalardan kurtarılmalıdır.
Bu durum bir çalgıyı ya da on parmak yazı yazmayı yanlış öğrenene bunu öğretmede karşılaşılan güçlüğe benziyor.
Hiç bilmeyene öğretmek, yanlış öğrenene oranla iki misli daha kolay, yanlış öğrenene öğretmekse hiç bilmeyene göre iki misli daha zordur. Çünkü yanlış öğreneni önce bu yanlıştan kurtardıktan sonra doğrusu öğretilebilir. Burada da böyle bir benzerlik var. İnsanlar doğru diye yanlışı öğrenmişlerse bu yanlışlardan kurtarılması oldukça zordur.
Yanlışı öğretenler, bu yanlışları nasıl öğretmişlerse aydınlar da aynı yöntemlerle bu insanların arasına karışarak doğruları öğretmek zorundadırlar. Onlardan uzak durup onları suçlayarak bir yere varılamaz. Onlardan bilinçli bir yurttaş yaratmanın yolu çetin bir yoldur ve uzun soluklu çalışmayı gerektirir. Sabırsız, din olgusunu iyi kavrayamamış ve bu konuda donanımlı değilseniz sonuç alamayacağınızı bilmelisiniz. Köy gerçeğini, hayvancılığı ve tarımı iyi bilmelisiniz. Çünkü Hakkı Tonguç’un dediği gibi “Bizim köylümüzün beyni gözündedir.” Yani gördüğüne inanır. Onlara önce bize inanmalarını sağlamak, uygulamada, pratik olarak doğruları göstermek zorundayız.
Seyretmeye doyum olmaz güzellikler arasında asfaltlanmış, bakımlı keskin dönemeçli yollardan ilerlerken varacağınız köyün ya da beldenin iktidar partisine oy vermiş olduğunu kolayca anlayabilirsiniz. Tersi olanlarınsa iktidara oy vermediğini… Bu insanlar, ekonomi ve inanç açısından yaklaşılarak yanlış şartlandırılıp gerçeklerden uzaklaştırıldıkları için aynı yoldan gidilerek kazanılabilir ancak. Küçük de olsa sıkıntıları giderilecek önce. Durum, böylesine açık ve nettir.
Güzel yurdumun güzel dağlarının bir yaylasından, bir balkondan renk renk giyinmiş köylü kızlarının sarkarak kahvedeki yavuklusuna baktığını anımsatan ortancaların güzelliğini, çınar altı gölgesinin serinliğini yolluyorum Tanrılar yurdu Kaz Dağlarına. Karacaoğlan’ın yurdundan, Toros Dağlarından Körfez’in aydınlık insanlarına büyük özlemlerle kucak dolusu selam olsun. Nuri Çelik 11.07.2010