ARAMIZDAN AYRILIŞININ 28. YILINDA UĞUR MUMCU'YU YENIDEN ANLAMAK

 

ARAMIZDAN AYRILIŞININ 28. YILINDA UĞUR MUMCU'YU YENIDEN ANLAMAK

 

Prof. Dr. Kemal KOCABAŞ

"Ve kavga bittiği zaman / Ne çiftlik sahibi oldu ne apartman/Kavgadan önce Kartal'da bahçıvandı/Kavgadan sonra Kartal'da bahçıvan" Nazım HİKMET

 

            Yazıyı Uğur Mumcu'nun gazete yazılarında sık yer verdiği bir Nazım şiiriyle başlayalım. Uğur Mumcu, 22 Ağustos 1942 tarihinde Kırşehir'de tapu kadastro memuru Hakkı Şinasi Bey ile Nadire Hanım'ın dört çocuğunun üçüncüsü olarak dünyaya gelen ve 24 Ocak 1993 tarihinde arabasına konulan hain  bir patlayıcı ile 51 yaşında aramızdan ayrılan gazeteci, yazar, yurtsever bir aydın. Uğur Mumcu, yazdıklarıyla, duruşuyla ülkenin geleceğine dair öngörüleriyle ortak vicdanımızda, adalet arayan yüreklerde, beyinlerde   onurla yaşamaya devam ediyor.

            24 Ocak 1993 tarihinde bir arkadaşım ile birlikte Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Fizik Bölümünde yapacağımız deneysel çalışma  için otobüs ile Samsun yolundaydık. Radyo haberlerinde Uğur Mumcu'nun Ankara'da  evinin bulunduğu Karlı Sokak'taki patlama haberini ve kaybını öğrendiğimizde  ülkenin iyiden, güzelden, adaletten yana vicdanı olan bir aydınını kaybetmenin derin acılarındaydık. Samsun'da kaldığımız üç günü hep radyodan, gazetelerden Mumcu haberlerini, yorumları izleyerek geçirmiştik. Bir üst akıl, derin yapılarıyla ülkenin en önemli aydınını aramızdan hain bir bomba ile almıştı. 1990'lı yıllar siyasi suikastların çok yoğun yaşandığı ve katillerin bulunamadığı ve ülkenin bu anlamda aklanamadığı bir dönem olmuştur. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil,  Abdi İpekçi, Ümit Kaftancıoğlu, Prof. Dr. Ümit Doğanay, Doç. Dr. Bahriye Üçok ve pek çok aydınımız hep faili meçhul kaldılar. Katiller bir türlü yakalanamadı.  İktidarda olup da  söz verenler, sözlerini yerine getiremediler. Derin devletin tuğlasını çekemediler. Çok açık ki bu cinayetler aydınlanmadan ülkenin vicdanı aklanmayacak ve gerçek anlamda bir demokratik hukuk devleti olamayacağız demiştik ve yıl 2021 olamıyoruz da.

            Uğur Mumcu'yu gazetelerdeki köşe yazılarından, kitaplarından ve TV ekranlarındaki açık oturumlardan tanıyorduk. Kasım 1982'de Selçuk Üniversitesi'ndeki 30 asistan arkadaşımızla birlikte görevimize  son verilmişti. İşsiz kalmıştık ve başvurabileceğimiz her yere giderek itiraz ediyorduk.  12 Eylül faşizminin yoğun yaşandığı bir dönemde Cumhuriyet gazetesi Ankara Bürosu Uğur Mumcu, Faruk Bildirici, Erbil Tuşalp o dönemlerde bizlere kapılarını açmışlardı. Uğur Mumcu ile bu süreçte iki kez görüşmüştük. Selçuk Üniversitesindeki militan 12 Eylül  rektörünün yaptığı hukuk dışı tasfiyelerini anlatmıştık ve bizim için Cumhuriyet'teki köşesinde iki kez yazı yazmıştı.

 

            Uğur Mumcu neler yazdı? Mumcu'yu yazdıklarıyla anlamaya çalışalım. 1973 yılında Tuzla Piyade Okulunda 10 Ocak'a kadar süren üç aylık eğitimden sonra, okul yönetimi tarafından "kötü hal ve düşünce sahibi" diye suçlanarak "er" çıkarılarak  Patnos'a yollanır. Uğur Mumcu, kaleminde ironiyi ve espriyi çok iyi kullanan bir yazardır. Patnos yolculuğunu   "Evet, evet ne olursa olsun, ben Patnos dağlarında halk çocuklarıyla er olarak askerlik yapmayı, emekli olduktan sonra siyasal iktidarın uzattığı yönetim kurullarında, on binlerce lira para alan orgeneral olmaya değişmem!"  ifadeleriyle yazar. Daha sonra  yedek subaylık hakkı ve aylıkları için sadece maddi tazminat isteğiyle açtığı davayı kazanarak  yedek subaylık hakkını elde eder.  Bu süreci "Sakıncalı Piyade" adıyla kitaplaştırır ve  daha sonra Rutkay Aziz ile birlikte tiyatroya uyarlar.

            Uğur Mumcu 12 Eylül öncesi yaşanılanları, kaosu, terör ortamını,  etnik ve mezhepsel ayrıştırmayı  15 Ocak 1979 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde büyük bir öngörüyle değerlendirerek; "Türkiye'deki kavga Kürt ile Türk'ün, inananla, inanmayanın, Sünni ile Alevi'nin kavgası değil, egemen sınıflarla emekçilerin kavgasıdır. Ve bu çelişkilerle yaşadığımız olaylar, faşist diktatörlük için kolları sıvayanların kanlı saldırılarıyla biçimlenmektedir. Temel hak ve özgürlükleri korumak, anayasal düzene yönelen şiddet eylemlerinin kökünü kazımak, doğrudan faşist odakların köklerinin kazınmasına bağlıdır" ifadeleriyle yorumlar ve kısa bir süre sonra 12 Eylül faşizmi tüm yaşamımıza egemen olur.  29 Eylül 1979 tarihli köşe yazısında da "Cumhuriyet'in temelini elsiz ayaksız yeşil yılanlar kemiriyor; devletimiz NATO generallerinin emrinde, ülkemiz IMF'lerin ipoteğinde!.. Uyan Gazi Kemal uyan!.. Devletin devlete, insanın insana kulluğunu yok etmek için uyan, uyan Gazi Kemal!" ifadeleriyle Cumhuriyetimizin kurucusuna seslenir.  Uğur Mumcu 12 Eylül faşizminin sahte Atatürkçü söylemlerine itiraz eder. 12 Kasım 1985 tarihli yazısında  "Atatürkçülüğü, Ulusal Kurtuluş Devrimciliği olarak anlamak ve yorumlamak gerekir. Bu anlamda bir "Atatürkçülük", anlayışını okullarımıza sokmuş değiliz. Bugün de "devrim" sözcüğünü kaldırıp, yerine "inkılap" sözcüğünü yerleştirerek Atatürkçülüğü benimseteceğimizi hiç sanmıyoruz. Atatürkçülük, ancak çoğulcu bir demokraside, özgürlükçü bir düzende benimsetilirse, bu eğitim biçimi daha sağlıklı olur. Atatürkçülüğü bir siyasal iktidarın "resmi ideolojisi" yaptınız mı, Atatürkçülük yerine sahtesi egemen olur"  günümüze de katkı yapacak değerlendirmeler yapar.  Özal ile birlikte dağarcığımıza giren neo-liberal tanımlamalara karşı da "Son yıllarda Türkiye'de yeni bir siyasal paranoya ortaya çıktı. "Piyasa fetişizmi" ve "Kemalizm düşmanlığı "Bu, entellektüel görünüşlü bir yeni McCartizm'dir.  Özal ve ANAP'a karşı çıktınız mı tamam: "Sivil toplum düşmanısınız... Kemalist darbe hazırlıyorsunuz... Cuntacısınız... İttihatçısınız" ifadeleriyle itiraz eder.

            Uğur Mumcu kendisini hep solda tanımlar. O yıllarda ve günümüzde hala  küreselleşme rüzgarlarıyla " sol bitti" diyenlere23 Haziran 1991 tarihindeki yazısında  "Sol bitti mi? Her halkın devrimcisi ve gericisi vardır. Sağcı olmadan solcunun, solcu olmadan sağcının ideolojik kimliği anlaşılmaz. Milliyetçilik ve şovenizm yok mu? Var. Her ulusun yurtseveri, milliyetçisi, devrimcisi, işbirlikçisi vardır. Sadrazam Damat Ferit, işbirlikçidir ve Türk'tür. Şurayı Devlet Başkanı Seyit Abdülkadir işbirlikçidir ve Kürt'tür. ...Diyorlar ki "Kürt şovenizmi olmaz " Niçin olmaz? Olur. Dilini serbestçe konuşamayan bir halkın tepkileri anlayışla karşılanır.  Ancak bu tepkilere "devrimcilik, sosyalistlik" etiketi yapıştırılamaz.  Çünkü etnik özelliklerin ön plana çıktığı hiçbir siyasal akım, sosyalist olamaz." İfadelerini kullanır. Uğur Mumcu mesleğinin etik kurallarına bağlı bir gazetecidir. Onun 3 Mayıs  1992'de yazdığı yazı  o yıllara olduğu kadar  günümüzde de yandaş basın anlamında öğreticidir:  Mumcu, "Gazetecinin  bu görevini yapabilmesi için habere, olaya, olguya, belgeye ve bilgiye dayalı yazılar yazması gerekir. Bunun için de gazetecinin güvenilir kişi olması zorunludur. Sır saklayan, haber ve bilgi kaynağını gizlemesini bilen, gerektiğinde hükümetlere ve güç odaklarına karşı savaşmayı göze alan insan, gazetecidir. Günümüzde sarı basın kartlarının ardına gizlenip devlet kapılarında ve belediyelerde "ihale takip eden", bankalardan aldık­ları kredilerle milyarlar vuran, düzmece belgelerle gazetelerini ve devleti dolandıranlar da var." Bu ifadeleriyle adeta günümüz basınına da ders veriyor.  Uğur Mumcu'nun yazılarında medeni hukukla ilgili ironik değerlendirmeler:  "Biliyorsunuz Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devrimi yaptı. Hukuk devrimi, batılı yasaların, resepsiyon yoluyla Türkiye'ye getirilmesi demektir. İtalya'dan Ceza Yasası'nı aldık; Fransa'dan İdare Hukuku ilkelerini aldık; İsviçre'den Medeni Hukuk aldık. Almanya'dan Ceza Yargılaması Hukukunu aldık. Bir gülmece dergisindeki şu tanım olayları yeterince sergiliyor, Türk vatandaşı tanımı. Diyor ki: Türk ne demektir? Türk vatandaşı kimdir? Türk vatandaşı. İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemeleri usulü yasasına göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir." şeklinde yer alır.

 

            Uğur Mumcu, Köy Enstitüleri aydınlığının  yılmaz bir savunucusuydu. Mumcu, enstitüleri ve kurucularını;"Hasan Âli Yücel, bugün bakıyoruz, bugün yeniden değerlendiriyoruz, oğlu Can Yücel'in şiirinde yazdığı gibi;  "Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi",  gerçekten bu toplumun özlediği hümanist, ilerici bir aydın. Hakkı Tonguç ise, bir sosyalist aydın. Ve ikisi sırt sırta veriyorlar ve Köy Enstitülerini kuruyorlar, yaşatıyorlar. Köy Enstitüleri sadece bir eğitim sistemi değil, bir toplumsal düzen, toprak devrimiyle, toprak reformuyla eş anlamda yürütülmesi gereken bir sistem, toplumsal dokuyu değiştirecek bir sistem" yukarıdaki  ifadelerle selamlar. Devam ederek "1945, savaş bitmiştir. Yalta Konferansı başlamıştır. Soğuk savaş başlamıştır. Aynı İsmet İnönü, bu kez gözünü solculara, Marksistlere çevirişiyle Marksistlerle ilgili kovuşturmalar başlamıştır.  Köy Enstitüleri'nin yıkılışı soğuk savaş yıllarına rastlar, İsmet İnönü, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü bu kadar coşkuyla desteklediği Köy Enstitüleri'ni soğuk savaşın koşullarına uyma zorunluluğuyla ortada bırakmıştır. Gerçek budur. İsmet İnönü sanmıştır ki, din sömürüsü, toprak ağalarıyla iktidarını sürdürecektir. Ama şu gerçek bugün daha çok kanıtlanıyor ki, hangi iktidar din sömürüsüne dayanmışsa, mutlaka yıkılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarı, 1949 yılında din derslerini kabul etti, yıkıldı. Kurtaramadı bu ödün. İşçisiyle, köylüsüyle, emekçi halkımızla emekçiler iktidar olacak. Hiç umutsuz olmayalım. Bugünlerin karamsar ortamından ürkmeyelim.  Nasıl Kurtuluş Savaşı yapılmışsa, bizler de demokrasi için, özgürlük için barışçı yol ve yöntemlerle halka bütün bu sorunlarımızı anlatacağız. Engeller olacak, engelleri aşacağız."  ifadeleriyle enstitülerin kapatılış sürecini yorumlar.  Uğur Mumcu, laik, demokratik bilimsel eğitimden yanadır. Çok sayıda imam hatip açılmasına  dair o yıllarda itirazını "Bunda bir yanlışlık, bir çarpıklık yok mu? İmam hatipliler din adamı olarak çalışmayacaklarsa, neden art arda imam hatip okulları açılıyor? Neden bu okullardaki öğrenci sayısı her yıl bu kadar artıyor? İmam Hatip lisesi mezunları neden yetiştirildikleri alanlar dışındaki işlerde görevlendiriliyor." ifadeleriyle yapar.

 

            Aramızdan ayrılışının 28. Yılında  Uğur Mumcu'yu saygıyla selamlıyoruz. O  şimdi yüreklerimizde, beyinlerimizde demokratik hukuk devletinin, temiz toplumun, emeğin sömürülmediği, Bağımsız bir Türkiye ideali adına yaşamaya devam ediyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

    

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI