KÖY ENSTİTÜLERİNİ 78. KURULUŞ YILDÖNÜMÜNDE YENİDEN ANLAMAK
ENSTİTÜ FELSEFESİNİ GÜNÜMÜZE TAŞIMAK…
Prof. Dr. Kemal KOCABAŞ
Nisan ayı boyunca ülkemizin her bir köşesinde son on yedi yıldır yaptığı çalışmalarla Köy Enstitüleri gerçekliğini topluma yeniden sunan Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği (YKKED) ve dost kuruluşlar, Köy Enstitülerinin 78. kuruluş kutlamalarında olacaklar. Bu etkinliklerde, enstitü eğitiminin önemini, kazanımlarını ve günümüzün eğitim-kültür iklimini konuşacak, tartışacaklar ve ne yapmalıyı arayacaklar. Bu etkinliklerden en önemlisi 16-17-18 Nisan 2018 tarihlerinde YKKED-Balçova Belediyesi imecesi ile İzmir’de gerçekleşecek olan “Eğitimde Adalet ve Geleceği Düşünmek” başlıklı sempozyum olacak. Köy Enstitüleri, kuruluşlarından 78 yıl, tamamen kapatılışlarının 64 yıl geçmesine rağmen hala güncelliğini koruyor olması kuruluşundaki deneysel pedagojik düşüncenin ve temel felsefenin doğruluğunun kanıtıdır. O anlamda enstitü düşüncesi esin kaynağı olma özelliğini koruyor.
Köy Enstitüleri her şeyden önce “bilimsel bir metodoloji” ile kurulmuştur. Arkasında Mustafa Necati döneminde kurulan Köy Muallim Mektepleri, Eğitmen Kursları ve Köy Öğretmen Okulu gibi uygulamalar vardır. Tüm bu deneysel uygulamaların sonucu 17 Nisan 1940 tarihinde 3803 yasa ile kurulan Köy Enstitüleri, ülkenin 1940’lı yıllardaki acil gereksinmelerinden doğmuştur. İsmail Hakkı Tonguç’un “Canlandırılacak Köy” öngörüsüyle nüfusun %85’inin köyde yaşadığı, okuma yazma oranının çok düşük olduğu ve adeta Orta Çağ’ı yaşayan köylere uygarlığı, teknolojiyi ve aydınlanma düşüncesini, “eğitim hakkını” köyün kendi çocuklarıyla taşımayı amaçlamıştır. Enstitü düşüncesi bu anlamda ilerici, hümanist bir tasarımdır. Günümüz ilericileri de büyük kent varoşları ve kırsalda eğitim hakkından yararlanamayan toplum kesimleri için güncel bir proje tasarımını enstitü felsefesiyle geliştirebilir. Büyük metropollerin dış mahallelerinde “Meslek Enstitüleri” veya bir başka adla bu bölgelerdeki çocuklarımızın bilişsel-duyuşsal tüm boyutlarıyla gelişimini sağlayan “yeni okul” projeksiyonunu mutlaka üretmelidir.
Köy Enstitüleri; “eğitimde adalet” düşüncesinin hayata geçtiği eğitim kurumlarıydı. Yoksul halk çocukları ve özellikle kız öğrenciler için pozitif ayrımcı ve ilk kez bu ülkenin yoksulları için açılan aydınlık bir pencereydi. 2018 yılı, ülkemizde eğitimin piyasalaştırılması politikalarıyla “eğitim hakkı”nın yok edilmeye çalışıldığı, özel okul oranlarının arttığı, teşvik edildiği, yoksul kesimlere imam hatip dayatması yapıldığı, okullar arasında eşitsizliğin, adaletsizliğin çok yoğun yaşandığı bir dönemin adıdır.
Köy Enstitüleri, “laik, demokratik, bilimsel, karma eğitim”in özgün kurumlarıdır. Türkiye sağı 1940’larda, karma eğitime Köy Enstitülerinde kadına bakışla ilgili tutucu bakışlarla itiraz etmiş ve bugün de bu itirazını hala sürdürmektedir. Pedagojik olmayan, akıl dışı bir anlayışla günümüzde dayatılan, çocuklarımızın doğuştan getirdiği yetileri yok eden erken yaşlardaki din eğitimi kabul edilemez. Eğitimin laik, demokratik ve bilimsel olmadığı toplumlar asla “demokratik hukuk devleti” olamaz. Günümüzde de dinselleştirme politikalarıyla eğitimin laik karakterinden uzaklaştıkça ülkemiz demokratik bir toplum olma iddiasından hızla uzaklaştığını hep beraber tanıklık ediyoruz.
Köy Enstitüleri, “yaparak, yaşayarak öğrenme” olarak tanımladığımız nitelikli, işlevsel bir eğitimin adıdır. Öğrenilen bilginin içselleştirilerek işe, uygulamaya ve üretime dönüştüğü bir eğitimdir. Günümüzde “aktif öğrenme, işbirlikli öğrenme, çoklu zeka kuramı” şeklinde adlandırılan çağdaş eğitim kuramlarının tüm izlerini enstitü deneyimlerinde görebiliyoruz. 2012 yılında yaşama geçirilen 4+4+4 ilköğretimi yeniden düzenleyen yasada ise bilimsel bir ön çalışmanın olmadığı açıktır. Günümüzde eğitim sisteminin tüm süreçlerde niteliğini kaybettiğine ilişkin yüzlerce veriye sahibiz. Okullarımızda çocuklarımızı dönüştürmeyen ve çocuklarımızın okuldan kaçma oranını arttıran bu tablo mutlaka değişmelidir. Nitelikli, işlevsel eğitimin güncel karşılığının aranmasında enstitü deneyimi tüm özgünlüğü ile karşımızdadır.
Köy Enstitüleri; “demokratik kültür ve sanat” ortamları yaratarak öğrencilerin duyuşsal gelişimini sağlayan, eğitime bütünsel bakan eğitim kurumlarıydı. Köy Enstitüleri; halk oyunlarını, halk müziğini eğitim dizgesine katan ve bu anlamda halk kültürünün yaygınlaşmasına katkı sağlayan eğitim kurumlarıydı. Köy Enstitüleri, öğrencilerinin bir müzik aleti çalmasına önem vermiş, öğrencilerin resim derslerini doğada yapmasını sağlamış, kitap okuma tartışma saatlerinde klasikleri okuyarak, özetlerini çıkarmayı, hafta sonu şenliklerinde kendi bölgelerinin kültürel zenginliklerini müsamerelere, tiyatro oyunlarına taşımış, diğer enstitülerinin kuruluş imecesine katkı veren "dayanışmacı eğitim kurumu" olmuşlardır. . Bugün ise okullarımızın sanatsal ve kültürel zenginliklerden uzak, kitaba yabancı, bir eğitim verdiğini öğretim üyeliği süreçlerimizin her bir aşamasında öğrencilerimizi izleyerek görebilmekteyiz.
Köy Enstitüleri “demokratik” eğitim kurumlarıydı. “Eğitim ve Demokrasi” gibi iki evrensel değer enstitülerde içiçe geçmiştir. Öğrencinin okulun temel öznesi olarak yönetime katıldığı, hafta sonu demokrasi şölenine dönüşen toplantılarda bir haftalık eğitim ve okul süreçlerinin sorgulandığı eğitim kurumlarıdır enstitüler. Ya bugün, üniversitelerde bile öğrencinin hiçbir eğitim sürecinde yer almadığı, özne olma niteliğini tümüyle kaybettiği bir dönemdeyiz. Demokratik eğitimin öğrencilerde nasıl bir özgüven ve kişilik ürettiğine ilişkin enstitüler tarihindeki tanıklıklara, anılara sahibiz. Bu ülkenin ilericileri enstitülerin bu özgün kazanımını geleceğe taşımanın yollarını mutlaka üreteceklerdir.
Köy Enstitüleri; öğrencilere “teknik beceri ve teknoloji eğitimi” veren eğitim kurumlarıydı. Köy Enstitülerinde kız öğrenciler, kültür dersleri yanında “mutfak sanatları, biçki, dikiş, dokuma” eğitimi alırken erkek öğrenciler “demircilik, marangozluk, yapıcılık” eğitimi alarak Anadolu topraklarına bu becerileri taşımışlardır. Bunlardan ayrı, kayak eğitimi, bisiklet-motosiklet tamiratı, fotoğraf ve dikiş makinası kullanımı, enerji santrali yapımı, ziraat işleri, hayvancılık, tuğla dökmek, sabun yapmak gibi pek çok üretim sürecini hep beraber başarmışlardır. Köy Enstitüleri, bu anlamda hayatla bütünleşen okullardı. Bugün ise hayattan kopuk, test ağırlıklı, ezberci eğitim sonuçlarını PISA, YGS sonuçlarında görebilmekteyiz.
Köy Enstitüleri; “özgün, nitelikli öğretmen yetiştirmenin” kurumlarıdır. Köy Enstitülü öğretmenler, öğretmenliği bir yaşam biçimi olarak algılamışlar, yaşam boyu öğrenme süreçlerinde hep yer almışlar, toplumsal sorumluluklarını hiç kaybetmemişler, yazın dünyasında kendilerini hep var etmişler ve demokratik öğretmen hareketinin öncüsü olmuşlardır. Köy Enstitülü öğretmenler, özgün enstitü eğitiminin ürünüdürler. Günümüz eğitim fakülteleri, nitelikli öğretmen yetiştirme yürüyüşünde sınıfta kalmışlardır. Sınıflardaki ezberci eğitimle, yeterli okul uygulaması olmadan, Anadolu Öğretmen Lisesi gibi çok değerli orta öğretime dayalı öğrenci tabanını kaybederek, nitelikli öğretmenin yetiştirilemediğini tanıklık etmekteyiz. Bu fakültelerden mezun öğretmenlerin, mesleki motivasyon, toplumsal sorumluluk anlamında Köy Enstitülü, Öğretmen Okullu öğretmenlerden daha gerilerde kaldıklarını acıyla görmekteyiz. Günümüz eğitim fakülteleri, “Köy Enstitülerinde Öğretmen Yetiştirme” modelini günümüzde tekrar irdeleyerek gündemlerine mutlaka katmalıdırlar…
Türkiye, aydınlık geleceği için mutlaka bir eğitim reformu arayışı içinde olmalıdır. Bu eğitim reformunda temel amaç, akıl ve bilimin rehberliğinde, evrensel pedagojinin kazanımlarıyla ülkenin tüm çocuklarına “nitelikli eğitim” vermektir. Bu arayışta en önemli referans, insanı özgürleştiren, toplumsallaştıran, yeteneklerinin ortaya çıkmasına olanak sağlayan ve hala yüreklerimizde , beyinlerimizde yaşayan Köy Enstitülerinin “insan, sanat, demokrasi” merkezli eğitim sistemidir. Hasan-Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç ve tüm Köy Enstitülülerinin emeklerine, anılarına saygıyla...