5 Ekim 2024 tarihinde Devlet Bahçeli'nin Mecliste DEM Partisi gurubuna yaklaşıp onların milletvekilleri ile el sıkışması hâl hatır sorması şaşkınlıkla karşılandı.
Yaklaşım orada sona ermedi, bu kez İmralı'daki Abdullah Öcalan'a seslenerek Mecliste DEM gurubuna gelip PKK 'nin silah bıraktığını haykırmasını ve terörden vazgeçtiklerini açıklamasını istedi.
Bu tavır ve açıklamalar, uzun süredir DEM partisini ve PKK'yı şiddetle eleştiren Bahçeli'nin yeni yaklaşımı kamuoyunu doğal olarak şaşkına çevirdi. Üstelik Bahçeli CHP'ye sürekli çatarak CHP'nin "Demlediğini" ifade ederek bu partiyi şiddetle eleştiriyordu da.
Kamuoyu Bahçeli' nin bu çıkışının Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın onayıyla mı olduğu konusunda merak içindeydi. Fakat ne var ki uzun sürede Sayın Erdoğan'dan bir açıklama gelmedi.
Yalnız, Birçok kararı siyasi ortakları MHP ile birlikte aldıkları aralarında görüş ayrılığı olmadığını söylerken, soruları kesin yanıt niteliği taşımayan sözlerle karşıladı.
Bu konularda Abdullah Öcalan ne düşünüyordu, elbette kamuoyu bunu da merak ediyordu. DEM Parti üç kişilik bir kurul oluşturmuş, İmralı'nın bu konudaki görüşlerinin alınıp açıklanması için görüşme izni başvurusu yaptı. Acele ediyorlardı ama başvuruya beklenen yanıt uzun süre gecikmişti.
Sonunda izin çıktı, Yeğen Ömer Öcalan, İmralı Adası'na gitti. Abdullah Öcalan'la görüşen Ömer Öcalan, şu mesajı paylaştı: "23 Ekim tarihinde İmralı Ada Hapishanesi'nde Sayın Öcalan ile görüşme gerçekleştirdim. Bu ziyaret aile görüşmesi kapsamında gerçekleşti. Sayın Öcalan görüşmede genel siyasi gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulunarak kamuoyuna şu mesajın iletilmesini istedi: 'Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim.' Sağlığı iyiydi ve herkese çok selamı vardı."
Arkasından Sıtkı Süreyya Önder, Ahmet Türk ve Pervin Buldan'dan oluşan Dem heyeti de Öcalan'ı ziyaret etmiş, kapsamlı olmayan kısa açıklamalar yapmışlardı. Ertesinde de diğer siyasi partilerle temasları başlattılar. CHP temkinli yaklaşmış, sürecin dışında kalanlar yalnızca İyi Parti ve Zafer Partisi olmuştu.
5 Ekim'den bu yana geçen üç aylık sürecin kısa bir açıklamasını yaptım. Gelelim süreç üzerine değerlendirmelerime.
Sayın Bahçeli'nin geçmişte DEM parti ve terör cephesi ile asla uzlaşmayan "Terörle müzakere edilmez mücadele edilir." Görüşünü şiddetle savunan tutumu ne olmuştu da birdenbire 180 derece tersine dönmüştü?
Geçmişte bir çözüm süreci yaşanmış 2013-15 binlerce teröristi yargıçlarla sınırda karşılamış ve içeri almıştık, umut edilen süreç tam tersine sonuç vermiş İç cephede teröristler il il, bölge bölge gezerek ellerinde silah otobüsler üzerinde propaganda gösterilerine girişmişlerdi ve çatışmalar şiddetle artmıştı.
Sonuçta, 2016 yılında yerel belediyelerle yaptıkları iş birliği ile Nusaybin, Cizre ilçeleri ile Diyarbakır Sur'da açılan hendeklere giren teröristler, Silahlı kuvvetlerimiz polis ve jandarmayla çatışmalara girmişler bu çatışmalarda 400'e yakın yakın şehit vermiştik. O kentlerde "Özerk Bölgeler" yaratmaktı amaçları. Hangi ülke böyle bir girişime izin verirdi Türkiye'miz de gerekeni yapmış Teröristlerin bu saçma sapan girişimine son vermişti.
Bu yaşananlara karşın ikinci bir" Müzakere süreci" nin başlatılmasını "Yeni Anayasa" söylemlerinin izlemesi anlamlıdır. Üstü kapalı açıklamalara ve bazı demeç ve yorumlara göre ikinci anayasa girişiminin temelinde DEM'den alınan destekle Cumhurbaşkanlığı makamının süreklilik kazanması yeni adaylık sürecinin kolaylaştırılması gibi tasarımlar vardır. Yoksa denenmişi bir kez daha denemenin hiçbir anlamı olamaz.
Şu iyi bilinmelidir ki Osmanlı devletinin dağılma sürecinde Sevr anlaşmasının hükümleri de göz önüne alınırsa ABD'nin ve Batı'nın Doğu Anadolu'da bir Kürdistan ve Ermenistan kurma emelleri Yüce Atatürk'ün başlattığı Kurtuluş savaşı ve Lozan barış Antlaşması sonunda gündemden düşmüştü.
Lozan'ı ABD imzalamamış ve bu sürecin dışında kalmıştır. Günümüzde ise ABD'li yetkililerin ve yazılı istihbarat kaynaklarının ileri sürdüğü bir BOP projesi gündemdedir. Bu projenin en önemli tasarımı: Irak, Suriye, Türkiye ve İran'da birer özerk Kürt bölgesi oluşturmak sonunda bunları "Büyük Kürdistan" devleti olarak bir araya getirerek İsrail ile müttefik bir devlet oluşturmaktır.
Türkiye, İran ve komşu Arap ülkelerini çok rahatsız eden ve edecek olan bir projedir bu.
Bizi şaşırtan nokta "Çözüm Süreci" nin amaç ve hedeflerinin ortaya konulmamış olmasıdır. Taraflar; bu sorunu "ÇÖZDÜK" dedikleri anda Türkiye'nin konumu ve durumunun ne olacağı konusunda en küçük bir bilgi yoktur.
Görüşümüz şudur ki: Türkiye Üniter bir devlettir. Üniter devletlerde farklı etnik ve dinsel kökenli gruplar her zaman vardır. Aslolan bu gruplara ana dillerinde konuşma, yazma, yayın yapma, medyayı kullanma, eğitim alma haklarının tanınmış olmasıdır. Türkiye tüm etnik gruplara olduğu gibi Kürt kökenli yurttaşlarımıza da bu hakkı tanımıştır.
Türkler ve Kürtler Anadolu'nun her yanına ortak dağılmış durumdadır ve komşuluklarla ve evlenmelerle bu ortak yaşam pekişmiştir. Sözgelimi ABD'de Kızılderili ve Siyahi sorunu yoktur. Fransa İtalya, Bulgaristan vb. gibi ülkelerde de benzer sorun yoktur da Türkiye'nin neden bir Kürt Sorunu" vardır.
Anayasamızın 3. Maddesinde: "Türkiye; devletiyle ulusuyla bölünmez bir bütündür." denilmiş 4. Maddede de bu maddenin değiştirilemeyeceği değiştirilmesinin teklif edilemeyeceği hükme bağlanmıştır.
Yeni anayasa konusuna gelince; Tüm milletvekillerimiz bu anayasayı koruyacaklarına ilişkin yemin etmişlerdir. Tüm Anayasa Profesörlerinin ortak görüşü: Yeni Anayasayı ancak bir kurucu meclisin oluşturabileceği yönündedir.
Türkiye'nin sorunu, yabancı güçlerin koruyup yardım ettiği terör örgütleriyle mücadele etmektir. Türk ve Kürt yurttaşlarımızın büyük çoğunluğunun ülkemizin her noktasında barış içinde kardeşçe yaşamayı hedefledikleri ve bunu büyük oranda gerçekleştirdikleri açıktır.