OLAYLARIN ARDINDAKİ GERÇEK.

                                                                                                    

         Bir zamanlar çok ses getiren Hülya Koçyiğit ve Rahmi Saltuk'un başrollerini oynadıkları, "Acı Vatan Almanya" adlı, 1979 yapımı bir film vardı. Filmi gösterime girdiğinde izlemiştim ama çok az sahnesini anımsıyordum. Bir dostun kopyasını armağan etmesiyle üşenmedim yeniden izledim.

         Almanya, simge bir ülkedir aslında. O yıllarda Türklerin göç ettiği diğer Avrupa ülkeleri arasında öne çıktığı için diğerlerinin adı pek anılmaz. Onun için tüm göç edenlere "Almancı" denmiştir hep.

Bir zamanlar toplumumuzu ilgilendiren en önemli gündem maddelerinden birini oluşturan bu göç olayı; günümüzde de etkilerini sürdürmekle birlikte, ilk kuşaktan geri dönmek isteyenler döndüğü, diğerleri orada yerleştiği ya da Alman yurttaşlığına geçtiği için sorun unutulmaya yüz tuttu.

Film, beni aldı 1980'lerde bir dershanede idareci olarak çalıştığım yıllara sürükledi. Dedim ya hepimizi, özellikle de göç olayını yaşayanları derinden etkileyen, bir olguydu Almancılık.

Üniversite hazırlık sınıfında okuyan bir kız öğrenci, sınıfta birdenbire bir ağlama krizine tutulmuş. Öğretmen, nedenini öğrenemeyince derste de zaman kaybetmemek için bir öğrenciyi, onu katta görevli idareciye götürmesi için görevlendirmişti. Arkadaşını sınıfa gönderdikten sonra bir süre sakinleşmesini bekledim.

Sözlerimin başlangıcında öğretmenin de bir baba olduğunu, bana güvenmesini sorununu bana anlatabileceğini uygun bir dille anlattığımda, yaşadıklarını benimle paylaşmaya razı olmuştu.

"Biz üç kardeşiz. En büyükleri benim. Annem ve babam çalışmak için Almanya'ya birlikte gittiler. Benden küçük olan kardeşlerimi yanlarında götürmüşler, beni anneanneme bırakmışlardı. Anneannem dayımlarla birlikte yaşıyordu. Ben beş yaşlarındaydım. Bir süre sonra anne-baba özlemiyle kavrulmaya başlamıştım. Anneannem hep onları sayıkladığımı söylüyordu. Ne var ki bir yandan da şöyle düşünüyordum. 'Bak kardeşlerini yanlarında alıp götürdüler. Seni sevselerdi, seni de götürürlerdi. Demek ki seni sevmiyorlar.' Bu düşünce beni kahrediyordu. Bir yandan onları özlüyor, bir an önce gelmelerini bekliyordum. Bir yandan da onlardan nefret ediyordum. Tatile geldiklerinde gidip balkona saklanırdım. Onlara sarılmak yanaklarından öpmek isterdim ama nefret duygum ağır basar, ağlamaya başlardım. Onlarsa: 'Ne oldu bu çocuğa?'diyerek şaşkınlıklarını ifade ederlerdi. Bu böylece yıllarca sürüp gitti. Bugün kesin dönüş yaptılar ama anlaşmazlığımız sürüyor."

Hıçkırıklarla sık sık kesilen anlatısının özü yukarıdaki gibiydi.

"Sen artık kocaman bir genç kızsın. Bugün çocukken düşündüklerinin doğru olmadığının ayırtına varman gerekir. Aileni artık sorumlu tutmamalısın," dediğimde:

"Öğretmenim, ben de biliyorum ama bilinçaltımdaki duygularımı silip atamıyorum. Onlara bu durumu anlattığımda beni azarlıyorlar. Biz Almanya'ya gitmeseydik. Oturduğumuz bu daireye sahip olabilir miydik? Bu arabamız, yazlığımız olur muydu? Size bu yaşantıyı sağlayabilir miydik? Ne sanıyorsun sen!" diyorlar.

Ebeveynleri ilkokul eğitimliydi. Buna karşın kızlarını bir psikiyatriste götürmüşler.

"Ne çözüm önerdi psikiyatrist?" dedim.

"Benimle ve ailemle ayrı ayrı görüştü. Bazı öğütlerde bulundu," dedi ama ayrıntılarını açıklamıyordu.

Elbette bir psikiyatrist, önemli şeyler söylemiştir. İlaçla tedaviyi de gerekli görebilirdi. Neler yapıldı bilemiyorum.

Sohbetlerimiz bir süre devam etti, yararlı olduğunu söylüyordu. Ben de yılların eğitimcisiydim. Kendi deneyimimden yola çıkarak ona bir ara dedim ki:

"Bak evladım, onlar da kendi açılarından haklılar. Sen onlardan daha eğitimlisin. Çözümü biraz da sen bulmalı, ailenle ilişkilerini düzeltmelisin. Anneler, kızlarının yemek yapmak istemesinden, ya da örgü yapma isteğinden çok hoşlanırlar. Bir gün annene: 'anne bu yemeği birlikte yapsak' desen. Başka bir gün ondan yün ipliği almasını ve örgü öğretmesini istesen, bir başka gün de uygun bir zamanda babanın dizine oturup yanağına bir öpücük kondursan." Bu benim önerilerimdi.

Son görüşmemizden bir hafta sonra geldi ve önerdiklerimi aynen yaptığını söyledi.

"Peki sonuç? "dedim.

Yanıtını hiç unutamam. Annem dedi ki:

"Kızım ne oldu sana, başını bir yere mi vurdun?"

Bütün "Almancı" dostlara selam olsun.  TURGUT DERELİ

YAZARIN DİĞER YAZILARI