NEDEN Mİ?

NEDEN Mİ?

Sizin bir maaşınız var bir de dededen babadan kalan birkaç parça mülkünüz.. Bu mülkleri kiraya verip gelirlerini maaşınıza eklerseniz ailenizi orta refah düzeyinde yıllarca geçindirebilirsiniz. Ama hırslanıp bu malları art arda satar bir de borçlanırsanız ailenizi bir süre yüksek bir refah düzeyinde yaşatırsınız ama borç alma yeteneğiniz tükendiğinde ve o mallar bittiğinde yalnız bir kuru maaşa kalırsınız, başlarsınız ağlaşmaya.

Yıllarca Türk lirasının değerini yüksek tutuldu, ithal malları ucuza geldi. Çin'den ve diğer ülkelerden bol ithalat yaptık. (Örneğin Şili'den üzüm, Arjantin'den avokado ithal ettik.) Fabrika sahipleri baktılar ki ithal etmek daha ucuz Fabrikalarını kapatıp "ithalatçı Tüccar" konumuna geçtiler. Yılda 100 Milyar dolar dış ticaret açığı vererek bu açığı borçla kapatarak; geçmişte üretilen, inşa edilen varlıkları satarak bol bol sanayi ve tarım ürünü ithal ettik. Böylece üretmeden hak etmediğimiz bir refah dönemi yaşadık. Şimdi satarak gelir etme dönemi kapandı. borç verenler de ellerini sıkı tutuyor, faizi de yükseltiyor.

Tarımsal üretimimiz yıllar içinde azalmıştı zaten ithalatla kapatıyorduk. Sanayi üretimimiz de öyle... Şimdi gelir düzeyimiz düştü ve ülkece sızlanıp yakınmaya başladık.

Tarımsal üretimi artıramıyoruz girdi maliyetleri yükseldi, köylüler kentlere taşındı. Sanayi üretimimizi artıramıyoruz çünkü, ara malı ve tüketim malları üreten fabrikalar kapanmıştı. Çin gibi yapmak istiyoruz ama artık çok geç. Bu nedenle ihracatımızı arttırmakta güçlüklerle karşı karşıyayız.

Oysa Çinliler, ABD ve Avrupa'nın baskısına karşın YUAN'ın değerini düşük tuttuğundan Çin malları ucuz olunca tüm dünyaya ihracatını arttırdı. Bir sanayi ülkesi oldu son yirmi yılda. Bizim dış ticaretimiz sürekli açık verirken onlar düzenli fazlalık sağladılar... 1950'lerde insanları sokaklarda açlıktan ölürken bugün önemli bir tarımsal ürün ihraç eden ülke haline geldi.

Zaman içinde biz yoksullaşırken onlar zenginleşti ve fert başına ulusal gelirini kat kat artırdı.

      Umarım içine düştüğümüz bu sarmaldan çok acılar çekmeden kurtulup çıkarız. Bunun politik yollarını da araştırıp hep birlikte bulmalıyız.

MUĞLA KÖFTESİ MUĞLA BÖREĞİ

Köftelerden söz edince, eskiden pazar günleri mahalle fırınlarında ve börekçilerde "guydurulan" meşhur Muğla böreği aklıma geldi. Malum, biz Muğlalılar börek, deriz pide demeyiz. Bu böreğin Yayla'da özel beslenen erkeçin etinin satırla dövülerek hazırlanan kavurması'na  soğan, karabiber bazen de maydanoz katılarak iç hazırlanırdı. O eski etlerin tadının olmadığı Muğla köftesinin de o eski lezzetinin olmadığından yakınanlar haklı. Hayvanların doğal beslenme koşulları yok olduğu için etlerin o eski lezzetinin kaybolduğu düşüncelerine ben de katılıyorum.

 Babam Oğlum: "Bizim kavurmamızın lezzeti erkeçlere yedirdiğimiz "gargeç" karaağaç yaprağından gelir." derdi. Galiba doğru bu değerlendirme.

GÜRÜLTÜ KİRLİLİĞİ

Gürültü kirliliği de ülkemizin en önemli sorunlarından biri, bırakın seçim dönemlerindeki o şamatayı, beş yıldızlı otellerin bile restoranlarında yemek sırasında çok hafif bir müzik yapılması gerekirken kıyametler kopuyor. Kulaklarınızı pamukla tıkamak zorunda kalıyorsunuz, o mahalle düğün salonları ise tam bir rezalet, müziğin kalitesizliği arttıkça gürültü de o kadar çok artıyor.  Belediyeler pes etmiş işi kendi haline bırakmışlar. Deniz kıyılarındaki plajlarda da aynı densizlik, ayrıca sürekli dolanan ses yükselticili seyyar satıcılar. Yazlıkçıların en büyük şikâyetleri bu konulardan.

TURGUT DERELİ

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI