BİRAZ ŞİİR, BİRAZ GÜLMECE !?
Ne oldu bize, ne oldu bu Anadolu insanlarına, ne oldu şu aziz toprakların duygu dolu, mizah dolu yaşamlarına !? Uzunca zamandan beri ne bir Nasrettin Hoca, ne bir Aziz Nesin gibi gülmece ustaları, ne de Yunus Emre-Köroğlu-Dadaloğlu-Âşık Veysel-Neşet Ertaş. gibi gönül adamları çıkarabiliyoruz!.. Yani, dünya iklimi hiç istemediğimiz şekilde değişirken, bizim insanlarımız da mı huy değiştirdiler, ne !? Günden güne 'eriyor-kuruyoruz' yahu!..
Bu ihtiyar kulunuz kendisi bir halt üretemese de, bugün sizlere bazı güzel insanlarımızın özel eserleri ve anılarından örnekler verecek, sizler bunlardan nemalanır da, bazılarınız aşka gelip, bizi bu 'kuraklıktan' kurtarırsınız belki, kim bilir?
Gönüllerimizin sultanı Yunus Emre ne diyordu: "Başlayalım söze hoş/ Can-ü gönül ede cüş/ Aşk ile diyelim hoş/ Lâ ilâhe illâllah!..// Gönülleri şâd eder/ Kaygudan âzâd eder/ Can mülkün âbâd eder/ Lâ ilâhe illâllah!.." Bir başka dörtlüğünde de şöyle diyordu; "Kuru iken yaş olduk/ Ayak iken baş olduk/ Kanatlandık kuş olduk/ Uçtuk elhâmdülillâh!.."
Bizim yüzyılın en önemli şairlerinden Orhan Veli Kanık, "İnsan" ve "Varlık" dergilerinde 1938-1940 ve 1941'de üç ayrı bölümde yayımladığı "Kitabe-i Seng-i Mezar" adlı şiiri unutulacak gibi bir eser değildir!.. Birinci bölüm şöyleydi: "Hiçbir şeyden çekmedi dünyada/ Nasırdan çektiği kadar/ Hatta çirkin yaratıldığından bile/ O kadar müteessir değildi/ Kundurası vurmadığı zamanlarda/ Anmazdı ama Allah'ın adını/ Günahkâr da sayılmazdı/ Yazık oldu Süleyman Efendiye!.."
İkinci bölüm şöyleydi: "Mesele falan değildi öyle/ 'To be or not to be' kendisi için/ Bir akşam uyudu/ Uyanmayıverdi/ Aldılar, götürdüler/ Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü/ Duyarlarsa öldüğünü alacaklılar/ Haklarını helâl ederler elbet/ Alacağına gelince de./ Alacağı yoktu zaten rahmetlinin!.." (Burada İngilizce yazılan; 'To be or not to be' demek, ünlü İngiliz oyun yazarı 'William Shakespeare'in "Hamlet" adlı oyunundan alınma, o meşhur; "Olmak, ya da olmamak?" şeklindeki İngilizce sözleridir.)
Son bölümse şöyledir: "Tüfeğini deppoya koydular/ Esvabını başkasına verdiler/ Artık ne torbasında ekmek kırıntısı/ Ne matarasında dudaklarının izi/ Öyle bir rüzgâr ki/ Kendisi gitti/ İsmi bile kalmadı yadigâr/ Yalnız şu beyit kaldı/ Kahve ocağında el yazısıyla:/ Ölüm Allah'ın emri/ Ayrılık olmasaydı."
Şiirin sözlerini yavaş yavaş, lütfen bir daha okuyunuz; ne kadar derin anlamlı, ne kadar esprili ve 84 yıl sonra bile ne kadar da gerçekçi olduğunu görüyor musunuz!?
Siyasilerimize gelince. Artık bugünlerde Osman Bölükbaşı, Süleyman Demirel, Necmeddin Erbakan, Kandıralı Turan Güneş, Erdal İnönü gibi esprili siyasetçileri de çırayla arıyoruz, çırayla!.. Mizahı, espriyi, gülmeyi zati unuttuk da; çirkin sözlü, aksi ve kavgacı siyasetçilerden illallah demeye başladık!..
Ne diyordu rahmetli Demirel: "Benzin vardı da, biz mi içtik!? Dün dündür, bugün de bugündür!.. Meseleleri mesele etmezseniz, ortada 'mesele' diye bir şey de galmaz!.. Genelevleri gapatalım da, millet bizi mi şa'apsın gardeşim!? Yollar yürümekle aşınmaz!..
Bir köy kahvesinde eline kırık kulplu fincanda kahve verilince, Kandıralı merhum Turan Güneş kahveciye; "Sen bunu bizim CHP Genel Merkezine gönder kardeşim, hiç merak etme, orada buna uygun bir kulp bulup da, hemen buna takarlar" demişti.
Irak ziyaretinden dönen Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü'ye bir gazeteci; "Saddam Hüseyin'in elini sıktığınız söyleniyor, bu doğru mu?" diye sorunca, İnönü gülerek; "Elini değil de, ya neresini sıkmamı isterdiniz?" demişti. Şimdilerde böyle siyasetçiler olmayınca, biz mizah yazarları da bir gün açlıktan öleceğiz, bu da böyle biline gari. Sakin KOŞAR.