DOKTORLARIMIZA SAHİP ÇIKALIM
İki çocuğum da doktor. Onları yetiştirebilmek ülkemize yararlı insanlar konumuna getirebilmek için eşimle birlikte üstlendiklerimiz hiç de kolay şeyler değildi. Ben emekli olmama karşın günde 14 saat çalışarak ek kazanç sağlamaya çalışırken, Eşim evin her türlü sorumluluğunu tek başına üstlenmek zorunda kalmıştı.Son günlerde kırgın ve üzgünüm, onlara birileri ülkenin dış kapısını gösteriyor.
Bir doktor kolay yetişmiyor. Başarılı ilk ve orta öğretim öğrenciliğini bitirip Üniversite sınavlarında iki milyon öğrenci arasından ilk 20.000 içinde yer almanız gerekiyor. Altı yıl boyunca ağır dersler altında ezilmenin ardından sizi, TUS (Tıpta Uzmanlık Sınavı) bekliyor.Burada da Tıp Fak. Mezunu arkadaşlarınız arasında bölümüne göre ilk %1-10 dilimlerinde yer almalısınız.
Sonuç olarak Bir Uzman doktor yaşamının en değerli otuz yılını, gençliğinin en değerli günlerini dirsek çürüterek geçiriyor. Üstelik bu çalışmalar Doktor ünvanını almakla da bitmiyor. Ömür boyu meslekteki yeni gelişmeleri izlemek, tıbbi araştırma sonuçlarına yer veren yeni yayınları sürekli okumak, branş kongrelerine katılmak gerekiyor.
Üstelik devlet de öğrenci başına en çok harcamayı tıp eğitimi veren fakülteler, sağlık elemanı yetiştiren yüksek okullar için yapıyor.
Bütün bunlara karşın siz ülkenin bunca emek sonucu yetişen değerli bir evladını dış ülkelere zahmetsiz, bedavadan sunacaksınız öyle mi? Niçin yurt dışına gidiyorlar? Araştırılıp çözüm üretileceğine Hatta "Gidişleri olsun da dönüşleri olmasın." gibi hoyratça, beddua gibi sözler söyleniyor ki kabul edilebilir gibi değil. Yazık!
Peki bugünlerde muayene sürecini beş dakikaya indirdiniz. Herkes bilir ki Hastanın içeri girdikten sonra kaydının alınması beş dakika sürer, hastanın şikayetinin dinlenmesi, muayenesi, teşhis konulması, laboratuvar tetkiklerinin yapılıp gerekiyorsa röntgen filminin-MR ve tomografinin çekilmesinden sonra sonucun değerlendirmesi nasıl ve ne zaman yapılacak? Bunu pek ala siz de biliyorsunuz da, peki neden 5 dakikaya indirdiniz? Çünkü elinizde yeterli Doktor yok, Zaten yurtdışına akın akın gidiyorlar. Kalanına da siz "Gidin." diyorsunuz.
Yerine her halde çevirmenleriyle birlikte Malezya'dan, Pakistan'dan İran'dan, Suriye'den getirmeyi düşünüyorsunuzdur. Ama inanın onlar bile bizim hekimlerden fazla ücret alıyorlardır ve hiç olmazsa kendi ülkelerinde görevleri sırasında her an saldırıya uğramıyorlardır. Çünkü arkalarında bu saldırıları engelleyen devletlerinin gücü vardır.
DÜNYA KADINLAR GÜNÜ
Oldum olası bazı insanlarımız "özel günlere" karşı çıkarlar. Bunlar arasında "Dünya Emekçi Kadınlar günü kutlaması" da var. O günün temelinde, ABD'de 8 Mart 1857'de tekstil işçileri olan kadınların haklarını aramak amacıyla yaptıkları grev sırasında fabrikada yangın çıkartılması ve bu yangında 129 işçi kadının can vermiş olması anımsatılarak böyle bir günde kutlama yapılamayacağı yönünde görüş ileri sürmekteler.
İnsanlık tarihine ve ve bizim tarihimizde de yaşanan benzer olaylar nedeniyle de aynı görüş yeniden yeniden gündeme getiriliyor.
Biz kendi tarihimize bakarsak 18 Mart 2015 'te Çanakkale Savaşı sırasında çatışmalarda binlerce askerimiz şehit olmuştur. Konuya bu açıdan yaklaştığımızda Çanakkale zaferimizin de kutlanmaması gerekmektedir.
Oysa biz Çanakkale zaferinin yıl dönümünü her yıl kutluyoruz. Fakat aynı gün şehitler içinde yas tutuyoruz. Bu durum çelişki gibi görünse de hayatın gerçekleriyle uyumludur. Diyalektik düşünen bir insan buna hiç şaşırmaz. En basitinden bir örnek gösterirsek; annemizin ya da babamızın öldüğü gün bir evladımız ya da torunumuz dünyaya gelebilir. Aynı gün birine üzülürken diğeri için sevinç duymamız ve mutlu olmamız doğaldır.
Bu nedenle de 1910'da Kopenhag'da düzenlenen 2. Sosyalist Enternasyonal toplantısında, söz edilen günün her yıl "Kadın Günü" olarak kutlanması kararını almış, 1975 yılına gelindiğinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu aynı günün "Dünya Kadınlar Günü" olarak kutlanmasını kararlaştırmıştır.
Anılan günün kutlanmasının tüm kadınların haklarının geliştirilmesine katkı sağlamasını yürekten dilerim.
TURGUT DERELİ