KARABAĞLAR YAYLASINDA SU SORUNU
Benim çocukluk yıllarımda 1950'lere kadar, Yayla'da tam bir ekolojik denge vardı. Kesik- irim-harım üçlüsünün yarattığı denge tarlalarda sulamaksızın tarımı olanaklı kılıyordu. Polis kahvesindeki yurdumuzda hiç sulanmadan leziz kavunlar karpuzlar yetiştirirdik.
Bamyalar neredeyse bir adam boyuna ulaşır, domatesler gür ve verimli olurlardı. Karık başlarında yetişen börülcelerin tadına doyum olmazdı.
Yurdun çevresindeki kesiklerde altı adet dev ceviz ağacımız vardı. Hele birisinin gövdesini ancak iki kişi sarabilirdi. Cevizlerimizin yaprakları güneşte ışıl ışıl olurlar ne kadar sağlıklı oldukları ta ötelerden anlaşılırdı. Güzün elli teneke dolusu ceviz alır, ek bir gelir elde ederdik onlardan...
Kuyumuzun derinliği 12 metreydi. İçme ve kullanma suyumuzu kovayla çeker, karpuzumuzu o kuyuda soğuturduk. Çevresine diktiğimiz beşer-onar kökten oluşan biber, patlıcan sebzelerimizi de kovayla çekilen bu suyla sulardık.
Çevrede açılan tek tük kuyulardan biliyorduk ki 12 metreden çakıl ve kum tabakası içinde berrak ve bol temiz su barınıyor... Bu yeraltı suyu tarlalardaki ürünlere ulaşabildiği için sulamaya gerek kalmadan anlattığım sebzeler dışında süpürgelik, mısır, susam, kavun, karpuz. Acur, hatta yatak yorgan için az oranda pamuk bile ekebilirdik.
Ne zaman ki kuyulara motopomplar kurulup tütünler ve mısırlar bol bol sulanmaya başladı, yeraltı suyu derinlere çekildi... O zaman cevizlerimizin de keyfi kaçtı, o güzelim yaprakları sararmaya ürünlerini azaltmaya başladılar. Komşular: Neden konusunda, ceviz kütüğü tacirlerinin ağaçların kütük kalitesini anlamak için (O yıllarda ceviz kaplama mobilyalar kaliteyi simgelerdi.) gizlice matkapla gövdelerini deldikleri gibi çeşitli yorumlar yapmaya başladılar. Sonuçta, zararı motopompların verdiği konusunda genel kanı oluşmuştu.
Yayla henüz artezyen nedir bilmiyordu. Görev nedeniyle Muğla dışında bulunduğum yıllarda kaçak artezyenlerin hızla yayıldığını duyuyordum ve derinlikleri 100 metrelere ulaşmıştı.
Su ve sulama konusundaki sorunların ağaçlar ve bitkiler üzerindeki olumsuz etkilerini hepiniz görüyor ve gözlemliyorsunuz.
Kesiklerin yok edilmesi sorunuyla birlikte bu başıbozuk gidişin sürmesi, yaylanın sonu olur. Bana göre; bir an önce gerçekleri görüp resmi makamlarla iş birliği içinde su ve sulama sorunlarının çözümü için doğru tanılar koyup kesiklerin korunması konusu da dahil sert önlemler almak kaçınılmaz olmuştur.
İKİ KASA MANDALİNA...
Çarşı pazarda dilim dilim karpuz satıldığını 1976'da yurt dışına yaptığım bir gezide görmüş ve şaşırmıştım. Ülkemizde de bu yıl iyice yaygınlaşınca bir anı geldi aklıma... Eşimin İnşaat Yüksek Mühendisi Rahmetli Mustafa dayısı, 1970 lerde Yapılmakta olan Yatağan Termik santralinin EN-KA tarafından atanan şantiye şefiydi. Santralin alt yapısını Türk şirketi EN-KA yapıyor, Makine aksamı ve elektrik üreteçlerinin yapımını ise o dönemde Komünist olan Polonya hükumeti üstlenmiş bulunuyordu.
Bir hafta sonu dayımızla Polonyalıların üst düzey yetkilisi dayının özel arabasıyla Marmaris'e giderler. Dayı dönüşte Marmaris Sebze-Meyve Haline uğrar ve bagaja iki kasa mandalina koydurur....
Yatağan'a yaklaştıklarında Polonyalı yetkili dayımıza; fabrikanın yemekhanesine uğrayıp önce mandalinaları oraya bırakacağız, değil mi? diye sorar.
Dayımızın "Yoo, ben onları evime aldım.' yanıtı karşısında adeta küçük dilini yutacaktır...
Bulgaristan'dan göç eden bir tanışımızın; biz limonu ancak bir adet olarak hasta ziyaretinde alır götürürdük, dediği gibi, Doğu Bloğu Ülkesi Polonya'da da durum farklı değildir.
İki kasa mandalinayı ancak bir yemekhane dolusu insan tüketebilir o da zaman zaman...
Turunçgiller ihracatımız giderek artıyor bu yoksullaşma da sürerse birgün, o günün Polonyalılarından Bulgarlarından farkımız kalmayabilir.
Portakal-mandalina satışı da karpuz işine benzemesin...
TURGUT DERELİ