“Köy Enstitüleri Haftası” Köy enstitülerinin kuruluş tarihi olan 17 Nisanı içine alan bir haftalık dönemi kapsıyor. Aradan yıllar geçmesine karşın ülkenin her köşesinde kutlamalar sürüyor. Ben de İzmir’de Eğit-Der Konak Şubesi ve ADD Karabağlar Şubesinin birlikte düzenlediği 79. Kuruluş yıldönümü kutlama programa katıldım. Her iki İlçenin belediye başkanlarının katıldığı program etkileyici ve anlamlıydı…
Köy enstitüleri, kapatılmasının (1954) üzerinden 65 yıl gibi bir zaman geçmesine karşın ülkemizin gündeminde bugün de önemli yerini koruyor. Bu da gösteriyor ki Köy enstitüleri toplumumuzun yaşamında ve belleğinde derin izler bırakmış.
Cumhuriyetimiz kurulduğunda ülkemiz yıllar boyunca süren savaşlar sonucu büyük yıkıma uğramış halkımız iyice yoksullaşmış direniş gücünü neredeyse kaybetmiş, sefalete sürüklenmişti. Okuryazar oranı yaklaşık % 5’lerdeydi. Kadınlarımızda bu oran % 1’lere iniyordu. Atatürk’ün iktisat kongresi sırasında söylediği “Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle taçlandırılmadıkça yaşayamaz ve sürekli olamaz" sözleri, ekonomik kalkınmaya hız verileceğinin bir işaretiydi.
Günümüzde de kabul edilen gerçek, ekonomik kalkınmanın temelinin eğitimden geçtiğidir. Bu konudaki otoriteler; Kore, Çin gibi ülkelerin hızla kalkınmalarının temelinde bilimsel eğitime verdikleri önemin yattığını ifade ediyorlar. O gün bu gerçeği gören cumhuriyet yöneticileri, okuryazar oranının hızla artırılması yönünde girişimlerde bulunmaya başladılar. Bunların ilki “Köy Öğretmen Okulları” deneyimi idi. Burada başarılı sonuçlar elde edildi. Ne var ki yeterli sayıda ve nitelikte öğretmen yetiştirme konusunda çok gerilerde kalınmıştı.
Daha pratik uygulamalara geçildi. Askerliğini başarı ile tamamlamış, zeki köy gençlerinden yararlanılmalıydı. Bu anlayış içinde “eğitmen” olarak bir yıllık kurslarla yetiştirilen bu gençler, köylere gönderildiler.
KÖY ENSTİTÜLERİ NİN KURULUŞ FELSEFESİ
Süregelen uygulamalar köy enstitülerin kuruluşu için bir çeşit hazırlık çalışmaları niteliğindeydi. Sonuçta, 17 Nisan 1940 tarihinde 3038 sayılı “Köy Enstitüleri Kuruluş Yasası” çıkartıldı. Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanıydı. İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, bu yapılanmanın uygulayıcısı fikir babası ve önderiydi. Öğrencileri ona “Tonguç Baba” adını vermişlerdi.
1940’lara ulaşıldığında ülkede okuryazarlık düzeyi yaklaşık yüzde 25’e ulaşabilmişti ancak… Nüfusu 18 milyona yaklaşan Türkiye’de 1939-40 ders yılında ortaokul öğrencilerinin sayısı 92 bin, lise öğrencilerinin sayısı da ancak 26 bin kadardı. Yüzde 80’i bulan köylü nüfusu oranında azalma yaşanmıyordu. Köylerimiz, çağdaş uygarlıktan uzakta, bilgiye açtı. Yoksulluk içindeki bu köylere gönderilen kent kökenli öğretmenler, ilk fırsatta köyden uzaklaşmanın yollarını arıyorlardı. Bu olgu, enstitülerin yaşama geçirilmesi düşüncesinin temelini oluşturdu.
Demiryollarına ve kent merkezlerine yakın, tarıma elverişli kırsal alanlardaki hazine toprakları enstitülerin kuruluşuna ayrıldı. Sayıları, Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığını da kapsayan dönemde, hızla artarak 1946 yılında 21’e ulaşmıştı.
Baba Tonguç’un “Doğada en üstün varlık, asıl değer yaratıcı olan İNSAN’DIR, insan elidir. El, insanı öteki yaratıklardan ayıran en verimli organdır.” “İnsanın tükenmezliği ve insanoğlunun erdemi ve yaratıcılığı, elleriyle beyni arasında kurabileceği uyumla doğru orantılıdır.” sözlerinden ilham alan “ İş için, iş içinde, işle eğitim” denilen anlayış, köy enstitülerin uygulamalarında bir ilkeydi. Özgün bir Türk eğitim modeli olan Enstitüler için Ünlü ABD’li eğitimci John Dewey: “Düşümdeki okullar Türkiye’de kuruldu. ”demiştir.
Enstitülüler, Günün bir yarısında sıralara oturup bilimsel eğitim aldılar. Günün diğer yarısı uygulamalar ayrılmıştı, kendilerine ayrılan bu topraklar içinde; ektiler biçtiler, bahçeler, ahırlar oluşturdular. Ağaç budadılar, Arıcılık yaptılar, hayvan beslediler, süt sağdılar. Arta kalan zamanlarında da mandolin, keman çaldılar. Klasik eserleri okudular. Moliere’in, Gogol’ün oyunlarını sahnelediler.
Onlar, gittikleri köylere ışık saçacaklar, köylüye önder olacaklar, modern tarım tekniklerini uygulayacaklardı. Kendi okullarını imece yoluyla nasıl kendileri yapmışlarsa köy okullarını da köylüyle birlikte inşa edeceklerdi. Nitekim bu konuda başarılı çalışmalar yaptılar. Yokluk içindeki ülkemiz ve yoksul köylülerimiz için önemli bir gelişmeydi bu…
YALNIZ ÖĞRETMEN DEĞİL…
Enstitüler, yalnız öğretmen değil, köyün gereksinim duyduğu sağlık memuru, ebe gibi sağlık elemanlarını da yetiştiriyordu. Kapatıldığı 1954 yılına kadar Köy enstitülerinde 1.308 kadın ve 15.943 erkek toplam 17.251 köy öğretmeni yetişmişti.
Mahmut Makal, Talip Apaydın, Fakir Baykurt, Ümit Kaftancıoğlu, Mehmet Başaran, Ali Dündar, Mehmet Uslu ve Dursun Akçam… Muğla’mızdan Bahattin Uyar, Feyzullah Ertuğrul
gibi önde gelen yazarlar ve düşünürler bu okullarda yetişmişlerdir.
1946 yılında çok partili yaşama geçtiğimiz dönemde Demokrat Parti ve hatta CHP içinde bazı çevreler, köy enstitülerine karşı büyük bir karalama kampanyası başlattılar. Toplumun gelenekçi kesimi pek çok açıdan Köy Enstitülerini yadırgamıştır. Eğitimi sadece seçkinlerin tekelindeymiş gibi görenler köylünün eğitimini eleştirmişlerdir. Köylünün uyanmasından rahatsız olanlar, bu kampanyanın başını çekiyordu. Bir toprak ağasının: “ Benim yüz altmış tane köyüm var. Bunlar benim köylere girdiği zaman ben bu köyü, köylüyü nasıl yönetirim?” sözü, kampanyanın nedenini en iyi şekilde açıklamaktadır.
1954 yılında köy enstitüleri çıkarılan bir yasayla “ilköğretmen Okulları”na dönüştürüldü. Temel felsefesinden tamamen uzaklaştırıldı. Dolayısıyla kapatıldı. Kaybeden ülkemiz oldu.
TURGUT DERELİ