NEDEN
Son yıllarda başta büyük şehir belediyeleri tüm belediyeler cenaze hizmetlerinde ön alıyorlar. Çok da iyi yapıyorlar. Vefat edenin cenazesi için yapılması gereken o kadar çok işlem var ki. Acı içindeki ailenin onlara koşturması çok zor hele büyük kentlerde. Oysa şimdi defin ruhsatını alıp mezarlıklar müdürlüğüne verdiğinizde; cenazenin evden alınıp camiye oradan mezarlığa götürülmesinden, mezar çukurunun ve ilgili levazımatın hazırlanmasına, cenazeye katılanların mezarlıktaki törene taşıyacak araçların sağlanmasına, mezarlıktaki defin törenini yönetecek imamın atanmasına kadar tüm görevleri belediye yetkilileri yürütüyor. Tüm bu hizmetle çok küçük bir ücret karşılığında yapılıyor.
Eşimin İzmir'de yaşayan bir yakınını kaybetmiştik. Kentte rutin törenler yapıldı. Sıra mezarlıkta defnedilmesine gelmişti.
Yakınlarda gömecek yer bulunabilenler için bile İzmir'de en yakın mezarlık kent merkezinden zaten 10-15 Km. uzaklıktadır. İnsanlar, özel araçlarıyla, kimileri de belediyenin sağladığı özel kent otobüsüyle mezarlığa geldiler. Hazırlanmış olan mezar çukurunun başında toplaştık. Ne var ki bardaktan boşanırcasına bir yağmur yağıyordu. Şemsiyelerin gölgesine sığınmış olan kişilerin belli ki bir an önce cenazeyi gömüp gitmekti amacı... Aşırı yağış zaten işleri iyice zorlaştırıyordu.
Adet olduğu üzere gücü yeten sırasıyla küreği eline alacak birkaç kürek toprağı mezar boşluğuna atacak ve inanca göre sevabından pay alacaktı. İşler hiç de düşünüldüğü gibi gitmedi. Mezardan çıkarılan toprak beyaz kildi, kürek işlemiyordu. Şemsiyesini bir kenara koyup yağmurdan ıslanma pahasına küreği kapanlar balçığa batırıyor ama kürek bir-iki avuç toprağı ancak söküp koparabiliyordu. Bu gidişle akşamı etmek işten bile değildi.
Ne olacak? diye düşünülürken az ötede duran ve mezar kazılmakta kullanılan kepçe makinesi geldi birinin aklına. Operatörünü çağırdılar. Üç-beş kepçede mezar kapatılmış, hatta üstüne bir miktar toprak yığılınca kepçe onu tokatlayıp düzene sokmuştu bile.
Tüm cemaat sanki içinden bir "ohh" çekti, hızla arabalarına koşup kentin yolunu tuttular. Ben de arabama bindim kentin yolunu tuttum ama içimde bir acı vardı. Toplumuzun cenazeye karşı kabul ettiği, bir "son görev" vardır ki bu bir ritüeldir ve geçiştirilmezdir. Oysa o ritüel bir kenara itilmiş bir kepçe mekanik hareketlerle birkaç dakika içinde bu ruhsuz uygulamayı gerçekleştirivermişti.
Yol boyunca tefekküre daldım, zihnimde şekillenen düşünceleri de eve gelince vakit geçirmeden aşağıdaki şiire döktüm:
NEDEN?
Bırakıp geliyoruz ölülerimizi
Uzak mezarlıklara.
Yeni kültürümüz bu.
Hızla gömüyoruz kürek kürek toprakla.
Dönüyoruz sonra kendi dünyamıza;
hırsla, kinle dolu dünyamıza.
Riya, rüşvet ve yalan, hırsızlık, dolandırıcılık ve talan,
İhaleye fesat karıştırmak; caddelerde lüks otomobilleri yarıştırmak.
Kitap okumak, tiyatro, opera,
artık etmiyor para.
Tak bir DVD çalara arabesk,
yeni bir ölüme, yeni bir cenazeye dek.
Birkaç felsefe kırıntısı, biraz hüzün,
birkaç damla gözyaşı.
Servet, şöhret, makam;
bu üç şeye tapan bizler,
Biraz düşünsek geçmişimizi.
Geçmişi aramak değil bu.
Ölülerimizi en yakın
cami avlusuna gömerdik bir zamanlar;
bilirler bunu hatırlayanlar.
Bir düşünsek
neden servete ve şöhrete taptığımızı.
Ölülerimizi bu nedenle mi uzağa attığımızı.
***
Bilirdik ki bir yanlış yapsak,
Dedemiz serviler arasından sallardı parmağını.
Çatardı kaşlarını bahçe duvarının
arkasındaki büyükannemiz.
Dönelim gene biz dünyamıza
Bu konuda düşünelim biraz daha
TURGUT DERELİ