NAİL ÇAKIRHAN’IN İLK GAZETECİLİK YILLARI

NAİL ÇAKIRHAN’IN İLK GAZETECİLİK YILLARI

 

NECATİ YILDIRIM

necatiyildirim46 @gmail.com

 

            “Hapisten çıkışımın üçüncü günü Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladım.” diye anlatıyor Nail Çakırhan: “Cumhuriyet’ten çok etkilendim. Çünkü bu gazetenin bir patronu vardı ki yanında çalışan insanların her şeyiyle ilgilenirdi. Ben böyle patron az gördüm.”

            Bursa Cezaevi’nden çıktıktan sonra İstanbul’da herkes kendi derdine düşmüş, herkes başının çaresine bakıyordu. “Ben kimsenin evine gitmedim.” derken o günleri hiç unutamıyordu Nail Çakırhan: “Sirkeci’de bir otelde kaldım.” O zamanlar Cumhuriyet gazetesinde Feridun Osman (Menteşeoğlu) diye bir arkadaşı vardı. Feridun Osman gazetede hem gece sekreterliği yapıyor hem de “Memleket Hikâyeleri” başlığı altında arada yazılar yazıyordu. Demir kapılardan, kör pencerelerden, karanlık koğuşlardan kurtulan genç ise özgürlüğüne kavuşunca İstanbul’da tutunacak dal arıyordu. İşte o sıralarda bu arkadaşını buldu. O da Muğlalıydı. Onun aracılığıyla Cumhuriyet gibi büyük bir gazetenin kapısını çaldı. Yunus Nadi Bey babacan bir adamdı, hemen kucak açtı delikanlıya. Genç adamın şansı varmış; ömrünü gazeteciliğe adamış usta bir gazeteciye, usta bir başyazara çıraklık edecekti: “Yunus Nadi Bey beni çağırdı. Odası ikinci kattaydı. Oturduk... Çay, sigara ikram etti. ‘Hayat Ansiklopedisi’nde tashih yaparsın.’ dedi.”

            Düzelticilik işine çok sevindi. Çünkü daha önceleri de bu işlerde çalışmıştı. Yine Türk basınının önden gelen adlarından Zekeriya Sertel’in yanında bulunmuştu. Sertellerin çıkardığı Resimli Ay dergisinde on dokuz, yirmi yaşlarındayken Nâzım Hikmet’le birlikte düzelticilik yapmıştı: “Zekeriya Sertel, ‘Nâzım burada, gazetede çalışıyor, sen de çalış...’ dedi. Bir oda verdiler bize. Nâzım bir tarafta, ben bir tarafta oturuyordum.”

            1930’larda eli kalem tutan birini bulmak ise öyle pek de kolay değildi doğrusu.  Üstelik işine düşkündü, titizdi, kılı kırk yarıyordu. O zamanlar böyle insanlar mumla aranıyordu memlekette. O bakımdan Yunus Nadi Bey, bu işleri bilen birini gökte ararken yerde bulmuştu aslında. Bu genç adam kolları sıvayıp işin başına oturunca Hayat Ansiklopedisi kısa sürede yoluna girmiş, artık daha düzgün çıkıyordu. Böylece yılların usta gazetecisi Yunus Nadi Bey derin bir soluk almıştı. O yılları Nail Çakırhan, daha sonra gazeteci Ali Sirmen’e şöyle anlatı: “Ben Muğlalıyım, Yunus Nadi Bey de Muğlalıydı. Bana ‘Muğlalı’ derdi. Zaman zaman yanına çağırırdı, konuşurduk. Bir gün sabahleyin idarenin önünden geçerken beni çağırdı. ‘Muğlalı bizim tashihler çok kötü çıkıyor. Sen onlara da bakar mısın?’ dedi. Ben de böylelikle Hayat Ansiklopedisi’nden başka Cumhuriyet’in tashihlerini de yapmaya başladım...”

            Muğlalı çocuk çok genç yaşta düşmüştü Babıali’ye. Hep merak ettiği basın dünyasını ilk kez görüyordu. O yüzden Cumhuriyet’in Cağaloğlu’ndaki ahşap binasında geçen günleri nakış nakış işliyordu belleğine.  İşte o günleri araştırmacı, yazar Ender Akbulut’a da şöyle anlattı Nail Çakırhan: “Bir gün Yunus Nadi Bey, ‘Muğlalı, benim başmakalelerde hep hatalar çıkıyor...’ dedi. ‘Her hata için beş kuruş ceza koydum, yine önünü alamadım. Sen şu Cumhuriyet’te de çalışabilir misin?’ Sonra gazetede de çalışmaya başladım. Kırk lira da oradan veriyorlardı, etti seksen lira. Çok paraydı o zaman...”

            Yunus Nadi Bey’in yardımına bir kez daha Hızır gibi yetişmişti. Onu yine büyük bir dertten kurtarmıştı. Artık düzelti işi ortadan kalkmış; bu sorun bir daha ünlü gazetecinin gözüne batmayacak, canını sıkmayacaktı. Sanki bu genç düzeltmenin elleri büyülüydü. O bu işi ele alır almaz gazete, adına yakışır biçimde daha düzgün çıkmaya başlamıştı. İşte Babıali’nin büyük gazetecisi Yunus Nadi Bey, böyle titiz bir düzeltmeni arada bir sevindirmek istiyordu. O günleri Nail Çakırhan, “Bir gün de beni idareden çağırdılar...” diye gözlerinin içi gülerek anlatıyor: “Dediler ki: ‘Beyefendi söyledi. Eminönü’ne kadar gideceksiniz, orada saatçi bilmem kim var, ona uğrayacaksınız.’ Ben de kendi kendime, ‘Herhâlde Yunus Nadi Bey’in saati falan var, onu alacağız.’ diye düşündüm. Dükkâna gittim. Saatçi saatleri çıkardı ve bana sordu: ‘Hangisini istiyorsunuz?’ Ben de ‘Ben buraya saat almaya gelmedim, Yunus Nadi Bey gönderdi.’ dedim. Ama üsteledi, ‘Evet efendim, biliyorum!..’ dedi. ‘Kendisi bana telefon etti. Siz hangi saati istiyorsanız alın.’ Onlardan birini aldım...” O zaman nasıl da sevinmişti yirmi dört yaşındaki genç adam: “İşte ilk saatim böyle oldu. Sonra parasını taksitle maaşımdan kestiler.”

            Genç adam, bütün gün gazetede çalışırken ona yeni bir düzelti işi daha çıkmıştı. Yunus Nadi Bey gibi sevip saydığı bir adama hayır diyebilir miydi?.. Böylece yeni bir düzelti işi daha yüklendi omuzlarına: “Bir başka gün de bana, ‘Size kitap kısmını da vereyim mi? Vaktin var mı?’ dedi. Ben de ‘Siz istedikten sonra tabii vakit bulurum.’ dedim. Sonra kitap tashihlerini de üstüme aldım. Oradan da kırk lira vermeye başladılar, etti yüz yirmi lira. Benim için çok iyi para. Bey gibi yaşıyordum...”

            Muğlalı çocuğu çok beğeniyordu Yunus Nadi Bey. Neden beğeniyordu? İşini  düzgün yapıyordu çünkü. Muğlalı genç düzeltmen de Yunus Nadi Bey’in yüzünü hiç kara çıkarmıyordu Babıali’de: “Yunus Nadi Bey bir gün yine beni çağırdı. ‘Biliyorsun’ dedi, ansiklopedide sıra Atatürk bölümüne geldi. Atatürk’ün kendi el yazısıyla tashihler var. Kendisi çok titizdir. Bunun tashihini ben de başkasına emanet edemem, sen yapar mısın?’ dedi. ‘Tabii hiç merak etmeyin, yaparım.’ dedim. Çok dikkatle yaptım. Belki de en az on kere okuyarak tashih yaptım. Atatürk yayımlanmadan önce yazıyı bir kez daha okumuş. Hatasız olduğunu görüp beğenmiş. Yunus Nadi’ye telefon açıp teşekkür etmiş. Yunus Nadi Bey de çok memnun oldu buna...”

            Bir dava adamıydı Yunus Nadi Bey. Neydi davası? Genç cumhuriyeti savunmak, onun ilkelerini yaymak. Cumhuriyet gazetesini 7 Mayıs 1924’te bu düşünceyle çıkarmaya başlamıştı işte!.. O zamandan beri gazetesiyle olsun, yazılarıyla olsun, genç cumhuriyet yönetimine destek veriyordu. Bu arada yeri geliyor, elbette hükümetin politikalarını da eleştiriyordu. Günler böyle geçerken 27 Teşrinievvel (Ekim) 1934 Cumartesi günü, bir ajans haberi bomba gibi düştü Cağaloğlu’ndaki tarihî Pembe Konak’a. Ajans haberine göre Bakanlar Kurulu, devletin genel politikasına aykırı yayın yaptığı gerekçesiyle on gün süreyle kapattı Cumhuriyet gazetesini. Böylece gazete, on birinci yılında ağır bir darbe yedi ilk kez. İşte bu olay, usta gezeteciyi hem şaşırtmış hem de derinden üzmüştü.

            O gün Yunus Nadi Bey, yine Muğlalı çocuğu çağırmıştı yanına. “Otur bakalım Muğlalı!..” demişti: “Benim başmakaleler seni hayli uğraştırıyordu değil mi?..  Hadi şimdi on gün tashih işinden kurtuldun...” Sonra da eklemişti: “Sakın sözüme alınma Muğlalı!.. Şaka söyledim... Sen rahat ol!.. On gün sonra gene aynı heyecanla sarılırız işimize...”

            Bu on gün çabuk geçti. Cumhuriyet, 7 Teşrinisani (Kasım) 1934 Çarşamba günü yeniden çıkmaya başlayacaktı. Bir gün önce Muğlalı çocuk, gazetenin ilk sayfasını koydu önüne. Sol üst başta “Okuyucularımıza” diye başlayan açıklama vardı, onu düzeltmeye koyuldu. Dizgi yanlışı olmasın diye ikinci kez okudu, sonra döndü yeniden gözden geçirdi. Sonra satır satır okumaya başladı: “Gazetemizin İcra Vekilleri kararıyla on gün tatil edilmiş olduğu malûmdur. Ajansın tebliğindeki gerekli sebepleri yorumlayarak okuyucularımız kadar bizi de şaşırtan ve üzen olayı burada gerçek şöyle dursun, şeklen bile açıklamaya ne yazık ki imkân yoktur.”

            Muğlalı genç, tashih yaparken bir yandan da Yunus Nadi Bey’i düşünüyor, onun nasıl üzüldüğünü anlamaya çalışıyordu. Belki de bir halk ozanının dediği gibi, onu asıl “dostun gülü” yaralamıştı: “CUMHURİYET sahibi, gazetecilik hayatında böyle tehlikeler, zorluklar görmüş bir adamdır. Fakat onlar zıt olduğum birtakım hükûmetler zamanında gerçekleştiğinden, kendi adıma şerefli bir mücadeleyi oluşturuyordu. Şimdi durum böyle değildir. Özellikle ağır bir darbe niteliğinde olan hareket için olsa olsa devletçe görülen siyasî lüzum üzerine diyebileceğiz. Keşki bu lüzum bizi de bir parçacık tatmin edebilmiş olsaydı...”

Muğlalı genç adam, küçük bir yanlışı gözden kaçırmamak için çok dikkatle okuyordu yazıyı. Bu arada Yunus Nadi Bey’in yayın ilkelerinden ödün vermeyeceğini, bu konuda nasıl kararlı olduğunu da anlamıştı. Usta gazeteci, yazısında okuyucularını da unutmuyor, onlara güven veriyordu. Açıklama şöyle bitiyordu: “On günlük tatil süresi bittiğinden bugün yayım görevine yeniden  başlamış bulunuyoruz. Yalnız memlekete borçlu olduğumuz hizmetin sonsuz denilecek kadar geniş ölçüsüdür ki ufak veya büyük her olaya karşı bizi avutmaya yeterli olabilir. Okuyucularımızın CUMHURİYET’i bu yolda daima idealine sadık olarak yürüyor göreceklerini söylemeye bile gerek yoktur.”

            Yunus Nadi Bey, Cumhuriyet gazetesini kimseye ezdirmek de yedirmek de istemiyordu. Bu olay, onu eski günlere götürdü: Birinci Dünya Savaşı bitince memleket işgal edilmişti. İstanbul’u işgal eden İngilizler, Meclis-i Mebusan’ı kapatmıştı; bu işgalden Yunus Nadi Bey’in Yeni Gün gazetesi de payını almıştı. Yunus Nadi Bey ise işgal karşısında boyun eğmemiş, Osmanlı Mebusan Meclisi üyeliğini bırakıp Anadolu’da başlayan Millî Mücadele’yi desteklemişti. Bunun için kellesini koltuğuna alıp Yeni Gün gazetesini Ankara’ya taşımıştı. Cumhuriyet kapatılınca işte o karanlık günler gelmişti gözünün önüne: “Şimdi 1920 Martının 16’sında bulunuyoruz. İtilaf kuvvetleri ise 1918 İkinci Teşrininin (Kasım) ilk haftasından itibaren İstanbul’dalar. Aradaki iki seneye yakın zaman zarfında kâh ben İstanbul’da Damat Ferit hükümetleriyle, kâh İngiliz kuvvetleriyle hep saklambaç oynayarak vakit geçirdim. Bu iki seneye yakın zamanın belki yarısından fazlasını İstanbul içinde firar ve takip ile geçirdim.” Bu arada İngilizler de boş durmamışlar, bir gün Yeni Gün matbaasını basıp Yunus Nadi’yi aramışlardı: “Silahlı İngiliz polisleri beraberlerinde Rumdan, Ermeniden, hatta Türkten sekiz on casus olduğu hâlde otomobillerle matbaaya gelmişler, kapıları tutarak olanca şiddetiyle, âdeta kırasıya güm güm diye vurmaya başlamışlar. Gürültüden aşağıdan matbaa erkânı, yukarda aile efradı uyanmışlar. Kapılar açılmış. Herifler içeri girerek her tarafta, her delikte beni aramışlar...”

            Yunus Nadi Bey 1920 yılında gizlice İstanbul’dan Anadolu’ya doğru yollara düştü sonunda. Kimi zaman iki öküzün çektiği yük arabasıyla, kimi zaman da beygirle yolculuk etti. Bir gece Kocaeli taraflarında Kuşçalı diye bir köyde konakladı. O köyden, “Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine” diye Ankara’ya şöyle bir telgraf çekti: “Ankara seyahatimin ikinci aşaması olan Kuşçalıdan zatı devletlerini selamlamakla kıvanç duyuyorum. Makine başında konuşabilmek için akşam yaptığımız aramalar sonuç vermedi. Sabahleyin yine devam edeceğiz. Şayet o zamana kadar haberleşme sağlanırsa makine başında doğrudan doğruya ve bizzat bilgi sunmak benim için mutluluk olacaktır.”

            Mustafa Kemal de “Kuşçalıda Yunus Nadi Beyefendiye,” diye şöyle karşılık verdi: “Telgrafınızı büyük bir sevinçle okudum ve İstanbul’dan başarıyla kurtuluşunuzdan özellikle memnun oldum. Hasretle gözlerinizden öperim. Yalnız mısınız, yoksa yanınızda başka arkadaşlar da var mıdır? Varsa kimlerdir? Bizce gereği yapılacak her hangi bir ihtiyacınız varsa bildirilmesini rica ederim.”

            Kurtuluş Savaşı bittikten sonra yeni bir devlet kurulmuştu.Temeline cumhuriyet harcı atılan bu devleti kökleştirmek, yüceltmek için asıl savaş bundan sonra başlıyordu. Bunu desteklemek için bir gazeteye gereksinim vardı. İşte o gazete 7 Mayıs 1924’te kuruldu, isim babası da Atatürk oldu: Cumhuriyet.  Bu gazetesinin kuruluş öyküsünü, yazar Emin Karaca şöyle aktarıyor: “Bir akşam Köşk’teki (Çankaya) sofrasında konuşurlarken, Mustafa Kemal Selanik şivesiyle, ‘Bak çocuk, ne yapalım seninle?’ dedi Yunus Nadi’ye. ‘İstanbul’da, Babıâli’nin göbeğinde, bütün bu cumhuriyet düşmanı ve hilafet yanlılarına karşı mücadele verecek bir gazete çıkaralım. Benim Hakimiyet-i Millîye ve senin Anadolu’da Yeni Gün aşağı yukarı şimdiye kadarki görevlerini hakkıyla yerine getirdiler. Gazetenin adı da yeni rejimimiz cumhuriyetle özdeş olsun. ‘Cumhuriyet’ koyalım adını. İstanbul’daki İttihat ve Terakki’nin eski Merkezi Umumi binası Kırmızı Konak’ı gazetenin merkezi yapalım. Var mısın? Ne dersin, başarabilir miyiz bu işi?..’ dedi.”

            O zamanlar Cumhuriyet gazetesi böyle kurulmuştu. Yunus Nadi Bey, yayın ilkesini herkes bilsin diye ilk sayısında şöyle belirtti: “Gazetemiz ne hükümet gazetesi ne de parti gazetesidir.” Bu arada genç Cumhuriyet yönetimine bağlılığını da özellikle vurguladı: “Cumhuriyet, Türkiye’de büyük kavgalarla elde edilmiş tarihî bir sonuçtur. Biz elde edilen bu amaç uğrunda gerçekten çalışmış insanlarız. Memlekette bu muzaffer ve galip fikrin çok kuvvetli taraftarları vardır. Cumhuriyet memlekete mal olmuş bir fikirdir. Biz onun temsilcisi ve koruyucusuyuz.”

            Muğlalı çocuk sık sık Yunus Nadi Bey’in odasında buluyordu kendini. Gazetede düzeltiler bitmiyordu ki!.. Gazete vardı, ansiklopedi vardı, kitaplar vardı... Hiç yüksünmeden hepsine yetişmeye çalışıyor, hepsinin de altından kalkıyordu: “Yine bir gün Yunus Nadi Bey beni çağırttı. ‘Eyvah, bir hata yaptım galiba’ diye korkarak gittim yanına. Beni oturttu, kahve söyledi. ‘Muğlalı kaç para alıyorsun?’ dedi. ‘120 lira efendim.’ dedim. O zamanlar 120 lira iyi paraydı. ‘Yahu ben milletvekiliyim, yetmiş iki lira alıyorum, sen benden de fazla kazanıyorsun’ dedi. Ben de ‘Beyefendi siz iş veriyorsunuz, ben hayır diyebilir miyim?’ dedim. Gülüştük...”

 

            Genç adam, 1934 yılında Bursa Cezaevi’nden çıktıktan sonra Yunus Nadi Bey’in gazetesinde böyle zevkle çalışıyordu. Sonra bir gün birdenbire ortadan yok oldu. Onun nereye gittiğini ise koskoca gazetede hiç kimse bilmiyordu. Muğlalı çocuk uzun süre ortaya çıkmayınca Yunus Nadi Bey kötü şeyler düşünmeye başladı: “Polis, çocuğu gözaltına mı aldı?.. Yoksa öldürdüler mi çocuğu?..” Bu sorular hep kafasını kurcalıyordu onun. Sonunda dayanamayıp polise telefon etti: “Sizi,” dedi, “Gazi Hazretleri’ne şikayet edeceğim. Siz çocuğu yok ettiniz, çocuğu öldürdünüz...” Bu ağır suçlama karşısında polis müdürlüğü ise şöyle karşılık vermişti Gazi Paşa’nın arkadaşına: “Beyefendi,” demişlerdi, “Emin olunuz, biz de arıyoruz!..”

            Evet, nereye gitmişti Muğlalı çocuk?.. Sanki yer yarılıp içine girmişti. Yoksa gerçekten polis öldürmüş müydü çocuğu?.. Öldürmüşler de gazeteci, milletvekili Yunus Nadi Bey’den gizliyorlar mıydı?..

 

BİTTİ

 

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI