1968 yılında memlekette toplumsal olaylar kaynıyordu. Bir yandan üniversite gençliği, bir yandan öğretmenler, işçiler ayağa kalkmıştı. İktidar ise daha çok öğretmenleri vuruyordu. Onları kapı kulu gibi görüyordu belki de. O yüzden baskılar, haksızlıklar olanca hızıyla sürüyordu bütün yurtta.
O toz duman içinde Demokrat İzmir gazetesinde bir haber çıktı. Üstelik de gazete birinci sayfadan verdi haberi: "T.Ö.S üyesi öğretmenlere baskı devam ediyor". Haber şöyle başlıyordu: "Millî Eğitim Bakanlığının T.Ö.S üyesi öğretmenler üzerindeki baskısına bir yenisi eklenmiş, Alaşehir Kız Sanat Enstitüsü Edebiyat Grubu Öğretmeni Necati Yıldırım, sınavların devam ettiği bir sırada, gerekçe gösterilmeden Ula'ya atanmıştır."
Gazetecilik dilinde bu işin adı "atama" diye geçiyordu demek ki!.. Oysa düpedüz sürgüne yollamak sayılırdı aslında. O gün lise son sınıfların edebiyat sınavı vardı. Ben de ders öğretmeniydim. Yirmi iki yaşında genç bir öğretmendim. Bu dalda başka öğretmen de yoktu okulda. Sınav komisyonuna ayırtman olarak iki Türkçe öğretmeni geldi ortaokuldan. Soruları birlikte hazırladık. Ya sonra?.. Sonra deyim yerindeyse dananın kuyruğu koptu: Okul müdürü, komisyondan adımı sildi, ders öğretmeni olsam da sınava sokmadı beni. Ali kıran baş kesen olmuştu sanki!..
Evet, okul müdürü karşımdaydı!.. Kaymakam karşımdaydı!.. Manisa Millî Eğitim Müdürü karşımdaydı!.. Topu birden iktidara sırtlarını dayamışlar, genç bir öğretmene karşı esip gürlüyorlardı. Başıma gelenleri akıl havsala almıyordu aslında. Ortalıkta kol geziyordu haksızlık, kol geziyordu zorbalık!
O gün okuldayken kararnamemi bana bildirmediler. Oysa resmî kayıtlara göre okulun öğretmeni sayılıyordum. Öğleden sonra ise durum değişti, kararnamemi PTT yoluyla gönderdiler. O gün postacı, özel ulak gibi yazıyı hemen getirip ev adresimde imza karşılığında teslim etti. Böylece o saatten sonra okulla ilişiğim kesildi.
Sınavda olup bitenleri Demokrat İzmir'deki haberden öğrendim: "Edebiyat sınavında karşılarında başka öğretmenler gören öğrenciler, 'Öğretmenimizi isteriz, öğretmenimiz gelsin!' diye bağırmışlardır. Öğrencilerin bağırmalarına sinirlenen öğretmenlerden biri, 'Öğretmeniniz tayin edildi. Tayin sebebini de bize değil, Millî Eğitim Bakanına sorun.' demiştir.
Sınavlara girmek istemeyen öğrenciler 'Sınıfta kalırsınız' tehdidi ile soruları cevaplandırmışlar, ancak sınav süresince de gözyaşlarını tutamamışlardır."
Haber şöyle bitiyordu: "Alaşehirliler, gazetemizde yazdığı yazılar yüzünden bir süreden beri Millî Eğitim Bakanlığına yapılan ihbarla harekete geçildiğini, tayinin sınavlar bitmeden yapıldığını öne sürmüşlerdir..."
Alaşehir'e geleli daha iki yıl olmamıştı. 1966'da Eylül ayında gelmiştim Kız Enstitüsüne. Öğretmenliği seviyordum, yurdumu da seviyordum. Hiç unutmam, okulu bitireceğimiz zaman bir belge doldurmuştuk. Bakanlık bizden görev yapacağımız üç il adı yazmamızı istemişti. Ben de haritaya bakıp ilk sıraya Hakkari'yi yazdım. Duyanlar şaşırıyordu: Hakkari nere, Denizli nereydi?.. İkinci sıraya Siirt'i, üçüncü sıraya da Van'ı yazdım. Böyle bir öğretmenlik aşkı vardı içimde, böyle bir yurt sevgisi!.. Ankara'da Gazi Eğitim Enstitüsünde bir komisyon önünde torbadan elimizle okul adı çektik, bana Alaşehir Kız Enstitüsü çıktı.