BAHARIN ÖLÜMÜ
İşte bahar, işte taze sürgünler.
Karşımda cellâdım, bıyık altından gülen.
Birazdan gün ağaracak,
Işıkları sehpaya vuracak Karya'da.
Bense gözümde altın damlalarla
Bakarak yüzüne binlerce korkağın
Hiç pişmanlık duymadan yaşamaktan
Sallanacağım dallarında senin.
İbiş, çalışma masasının üstünde açtığı büyük haritaya bakıyordu. Bu öyle sıradan bir bakış değildi. Defterine bazı notlar alıyor, haritanın değişik yerlerini harita çivileriyle işaretliyordu. Elinde kahvesiyle sabaha kadar durmadan, yorulmadan günlerce çalışmaya devam etti. Onu bilenler bu uykusuz gecelerin bir bedelinin olacağının iyi bilirdi. İbiş'in aklından acaba yine neler geçiyordu?
Çok geçmedi, birkaç gün içinde defterine not ettiği şekliyle gözünü kızılçam, gürgen, meşe ormanlarına dikti. Buralar adeta cennetten bir köşe gibiydi. Çağlayan sular, kızıl topraklar, serin esen rüzgârlar onun olmalıydı. Önce masum bir kılığa bürünerek kendisini çevre dostu olarak tanıtmayı başardı. İhtiyacı olanlara yardım elini uzattı. Kısa sürede hatırı sayılır bir çevre edindi. Bu yalancı bahar çok süremezdi ne yazık ki! Bir yolunu bulup kızılçamları, asırlık zeytinleri, meşeleri, gürgenleri, yeni göveren fidanları kestirmeyi başardı. Önceleri bu talana birkaç kişi karşı çıksa da artık iş işten geçmişti. Bu topraklar bundan böyle baştan sona İbiş'e aitti. ÖZEL MÜLKTÜR, GİRİLMEZ!
Ormanların ortasında fabrikalar, alışveriş merkezleri, golf sahaları yükselirken İbiş duramazdı, daha fazla çalışmak durumundaydı. Nitekim rakipleri servetlerini kısa sürede katlamış, deyim yerindeyse o fakir durumuna düşmüştü. Kıyılara indi. Uzaklara bakarak gözlerindeki ışıltıyla hayalini kurdu güzel günlerin. Bu masmavi deniz, kıyıları döven dalgalar, suyla sarhoş olmuş kumlar neden böyle sahipsiz? diye geçirdi içinden. Aslında aklından geçirmesi sadece adettendi. Defterinin yaldızlı sayfalarında tumturaklı bir yazıyla buralara da özel bir yer ayrılmıştı. Hem de yapılacak olanlardan uzun uzadıya söz edilerek neredeyse sayfalarda oteller, tatil köyleri, özel plajlar boy gösterecekti. Derken sihirli değnek değmişçesine kıyılar değişti bir sabah. Sonra her sabah dalgalar da değişti bembeyaz çarşafların değiştiği gibi. KAMPANYA: YEDİ GECE SEKİZ GÜN! (HER ŞEY DÂHİL)
Ormanlar, kıyılar yavaş yavaş şekil değiştirirken yer altı da bundan nasibini almalıydı elbette. İbiş, çok geçmeden değerli taşların ve nadir rastlanan madenlerin bulunduğu yerleri tespit ettirdi. Önce yer üstündeki kaymağı yiyor, o biter bitmez de her biri milyon dolar değerindeki özel araçlarıyla arzın merkezine doğru ilerliyordu. Kısacası talih bu sefer ziyadesiyle yüzüne gülmüş, tavuk esirgemediği yerden nice kaz gelmişti. Bütün bunlar olurken sosyal projelere zaman ayırıyor, girişimcilik ödülleri alıyor, sanat ve spor etkinliklerinde boy gösteriyordu. Hatta daha da ileri giderek yardımcılarına biyografisini ve başarının altın kurallarını anlatan kitaplar yazdırıyordu. Sonra kendi imzasını taşıyan bu kitaplar en çok satanlar listesinde ilk üçte yer alıyordu. UYARI: MADEN SAHASINA İZİNSİZ GİRMEK TEHLİKELİ VE YASAKTIR!
Sahip olduğu nice dünya malı İbiş'in mutlu olmasına yetmedi. İçini sürekli kemiren bir kurdu vardı. Korkuyordu. Yıllarca çalışıp biriktirdiği bütün bu varlığın bir gün yok olacağı düşüncesi uykularını bölüyor, göğüs kafesinde zayıf çalışan kalbini ziyadesiyle yoruyordu. Soğuk terler döktükçe bedeninin tükendiğini, zihninin yıprandığını, yolun sonuna gelmekte olduğunu fark etti. Bir şey yapmalıydı ama ne? Gözüne birden dışarıda binbir çeşit çiçeğiyle, yedi sıcak rengiyle sokaklara inmekte olan bahar ilişti. DİKKAT, BAHAR ÇARPABİLİR!
İbiş, düşmanını bulmuştu. Birden neşesi yerine geldi. Kara, kanlı elleriyle baharın boğazına yapıştı. Önce nefesini kesti, taze filizleri kırmaya başladı. Rengârenk çiçekleri ateşe verdi, feryatlar göğe yükselirken onun keyfine diyecek yoktu. Ölüm, silmişti bütün izlerini uyanan toprağın. Aniden tüm evren uykuya daldı. Diğer mevsimler ise bahar öldü(rüldü)ğünde üç maymunları oynuyordu. BANA DOKUNMAYAN YILAN BİN YAŞASIN!
Minik bir yürek yatağından kalkıp uyumakta olan annesinin kucağına sokuldu. Adı Umut'tu. Fırtına düşlerini esir almıştı. Duyulur duyulmaz bir sesle:
- Anne, erikler bu sene de çiçek açar mı? diye mırıldandı. Annesi:
- Hem de bu yıl fırtınaya inat daha güzel çiçek açarlar, dedi. İbiş, her bahar yeniden yeşeren umuda yenilmişti. Yumdu gözlerini.
İlyas DOĞAN