Elinde bir sepet nergisle kalabalık sokaklarda koşarcasına yürüyen Abuzer, hayatında
ilk defa Ulu Cami'nin önüne yayınarak demet demet nergis satacak, kazandığı parayı da
köydeki ailesine gönderecekti. O, yüzyılın yoksul zamanlarında dünyaya gelmiş; dalında ekşi
bir eriğe hasret kalmıştı damağı.
Şubattı. Dağlardan şehre inen ılık bir esinti baharın müjdecisi gibiydi. Hâlbuki alışık
değildi dağlar bu ayda hüngür hüngür ağlamaya. Toprak uyanmaya başlayınca da nergisler nazlı
bir gelin gibi kaplamıştı tarlaları. Nergis yılı dense yerinde olurdu.
Şimdi Abuzer, bu mevsimin bereketinden nasibini almışçasına korka korka Ulu
Cami'ye doğru yürümektedir. Birçok seyyar satıcı cami önünde tezgâhını açmış, akşamüzeri
evlerine yorgun dönenlere bir şeyler satmak için didinmektedir. Ne var ki Abuzer bu kalabalığa,
karmaşaya girmeye cesaret edecek gücü kendinde görmemektedir. Ya birileri (okul arkadaşları,
öğretmenleri) onu nergis sepeti başında bağırırken görürse ne olurdu, yarın okulda onların
yüzüne nasıl bakardı?
Her şey birden oldu. Abuzer, kendini birden caminin bahçe duvarına sırtını dayamış ve
elinde bir bağ nergisle bağırırken gördü:
? Ramazan sofralarınıza mis kokulu nergislerim var! Buyurun, buyurun amcalar,
teyzeler!
Şaşırmıştı kendisine. İnanılacak gibi değildi. Sesi kulaklarına geldikçe daha da
cesaretleniyor, bağırdıkça bağırıyordu. Görenler onu yılların pazarcısı sanacaktı. Bilmezler ki
Abuzer büyük bir fırtınayı atlatarak, karlı yolları aşarak, yüreğiyle hesaplaşarak bu caminin
önüne gelebildi.
Biraz sonra onlarca insan nergis sepetinin başında toplanmış, birer ikişer bağ almak için
yarışıyorlardı. Abuzer bir taraftan müşterilere nergisleri veriyor, diğer taraftan onlardan paraları
almaya çalışıyordu. Yüzü gülüyordu, mutluydu. Heyecanını yenmiş, kendine güveni artmıştı.
Sonunda kabuğunu kırmış, yapamam dediği şeyi yapmaya başlamıştı. Demek ki rüzgâr
gemisinin yelkenlerini şişirmiş ve yeni denizlere açılmaya hazırdı.
Sepetteki nergisler kısa bir sürede bitti. Bazı müşteriler iki bağ nergis alıp tek bağın
parasını veriyorlardı. Bazıları ise cebindeki bozuklukları Abuzer'in avucuna bırakıp çekip
gidiyorlardı. Bütün bunlara itiraz etmek istemesine rağmen ağzından tek bir sözcük çıkmıyordu.
Nihayetinde dünyanın en zor işini başarmıştı. Önüne gerilmiş olan bendi bir çırpıda yıkmıştı.
Kolay mıydı bu mahşeri kalabalığın ortasında "nergis, nergis!" diye bağırmak?
Amcalar, teyzeler birer birer çekilmeye başladı. Sepetini yerden alıp kalabalık caddeleri,
köpekli sokakları korkuyla geçerek tek gözlü evine varınca hava kararmaya başlamıştı.
Cebindeki paraları odanın ortasındaki eski kilimin üzerine boşalttı. Saymaya başladı. Kazandığı
para, sepetindeki nergis bağlarının karşılığı değildi. Üzüldü, içini bir keder kapladı. Keşke daha
dikkatli olsaydım, diye geçirdi içinden. Ne çare Abuzer!
Şubattı. Gecenin sabaha uzandığı bir vakitte sarsıldı yerküre. Yağmur yağıyordu, kar
yağıyordu şehirlerin üzerine. Şehirler, köyler yıkılmıştı. Abuzer, nasıl olduysa derin
uykusundan uyanıp kendisini ve ailesini zorlukla dışarı atabildi. Enkaza dönen şehrinin
sokaklarında sadece ölüm vardı. Abuzer bunu gördü. Gördü de yüreği kanamaya başladı. Bu
büyük sarsıntıda Ulu Cami de yıkıldı. Aklına nergisler geldi. Nergisler öldü, Ulu Cami yıkıldı,
Abuzer yaşıyor!