SINIRLAR ARASINDA


Göçüyordu koca zeytin

Sırtında dünyanın yüküyle.

Çocuk seslendi:

"Bekle koca zeytin, beraber göçelim!"

Bir an duraksadı koca zeytin:

"Yolum uzun, dayanabilir misin bu çileye?"

Çocuk düşünmedi bile.

Uzattı elini zeytine.

Ufukta kayboldu ikisi.

            Güneşin tatlı yüzü kaybolmaya başlayınca ortalığı bir karanlık kapladı ki yeryüzünde böyle korkunç bir gece görülmüş değildi. Sanki her ağacın arkasında bir canavar saklanıyordu. Her biri çocuğun kolundan tutup onu karanlıklara çekmek için sırada bekliyor gibiydi. Çocuk ürpermeye başladı. Ürperdiğini belli etmeden koca zeytinin arkasından hızlıca yürüyordu. Ona yetişmek ne mümkündü! Bir ara gerilerde kaldı. Duyulur duyulmaz bir sesle:

- Aba! Çok yoruldum, korkuyorum canavarlardan.

Zeytin, dönüp onu kucakladı ve alnına tatlı bir öpücük kondurdu. Çocuk huzur içinde sıcacık kucakta uykuya daldı. Zeytin de onun kulağına eğilerek:

- Korkma, şeker çocuk! Aydınlanınca yeryüzü ışıltınla ne canavarlar kalır ne de yüreğine korku salan karanlıklar.

Yurdu yoktu koca zeytinin. Sınırlar arasında sürekli gidip geldi. Nerede konaklasa orada taşlandı. Her mevsim hırpalandı, söküldü kökünden. Kimileri kömürü bahane etti; kimileri sedefi, Muğla beyazını. Günübirlik ölümler peşini bırakmadı. Şimdi ise sırtında ağır bir yükle aldırış etmeden karlı dağlara, hırçın denizlere diyar diyar dolaşmaktadır dört bir yanını şu âlemin. Kim bilir belki bir yerlerde, hiç de uzak olmayan bir yerlerde, türküsü söyleniyordur kara gözlerinin. Bunu düşündükçe umutlanmaya başladı. Çünkü umut, merhemidir binbir türlü derdin.

Seher vakti acılı günlerin bedeninde açtığı derin yaralarla dayandı kapısına güneş tarlalarının. Dokununca tokmağına ardına kadar açıldı kapılar. Şaşkındı, neden kimseler yoktu? Yoksa bu bir rüya mıydı? Kucağına baktı, çocuk hala uyuyordu. Üstelik yüzünde neşeli bir hal vardı. Demek ki bu sefer hakikat bağına girmişlerdi. Bağların arasından usul usul yürüyüp ötelere vardılar. Öteler rengârenk, öteler bahar dalı gibi tazecik.

Çocuk bu bahar ikliminde gözlerini açınca kendini yeniden doğmuş gibi hissetti. Hafiflemişti, yüreğini saran korku uçup gitmişti. Üstelik canavarlar ve karanlıklar da yoktu. Bir an acaba cennete mi düştüm, diye geçirdi içinden. Yanı başında koca zeytini görünce neşesi daha da arttı. Sarıldı ona, yeşil gözlerinde çağlayan bir akarsuyu gördü. Yeni bir mevsimin yaşanmakta olduğunu anladı o an. Derken gökyüzünün griliği yerini engin bir maviliğe bıraktı.

Oysa geçen zamanda neler neler yaşadı ikisi. Hangi sınıra vardılarsa kovuldular. Her gümrükte pasaport ve vize soruldu. Pasaportları, vizeleri yoktu onların. Çaresiz yeni yollar göründü sonu olmayan. Açlık ve susuzluk içinde kıvranırken bedenleri kimse yüzlerine bile bakmaya tenezzül etmedi. Denizlerde boğuldular, dağlarda dondular, sıcaklarda eridiler. Üçüncü sayfa haberlerde acıları, dramları birkaç satırla ve küçük puntolarla işlense de varlıkla yokluk arasında geçti gitti hayatları.

Şimdi artık yeni bir sayfa açmanın zamanıdır. Koca zeytin, üzerinde durduğu toprağa baktı. Toprak ne de bereketliydi! Binlerce zeytine yeterdi. Yanından ayırmadığı, canından can verdiği çocuğu da mutlu görünce tamamdı bu iş. İndirdi yükünü yere. Kökleri yavaş yavaş toprağı kavramaya başladı. Derken bir zeytin daha göverdi. Sonra bir tane daha.

Çocuk, kollarını açarak güneşe doğru koşarken mavi düşlerinin sınırları bir bir sildiğini görünce koca zeytin de çiçek açmaya başladı.

 

İlyas DOĞAN

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI