ÜÇ YANLIŞ BİR DOĞRU
Üç yanlış, akşamdan sözleştikleri gibi sabah erkenden uyandılar. Seher vaktiydi, hafif bir esintiyle tüyleri ürperdi. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Bugün hiç olmadıkları kadar can yakacak, büyük yangınlar çıkaracaklardı. İstiyorlardı ki masmavi göğü kara bulutlar kaplasın, minik yüreklerin feryadı dağlarda yankılansın. Zaman kaybetmeden her biri atını Anadolu'nun bereketli bir tarlasına sürdü. Gelincikleri kurşunladılar, akarsuları zehirlediler. Geçtikleri yerlerde tozu dumana katıp binbir renkli baharı kışa çevirdiler.
Birinci yanlış, tarlasına kin ekecekti. En sevdiği kötülük buydu. Evlek evlek sürdüğü toprağa kin tohumlarını ektikçe kahkahalar atıyor, neşesi yerine geliyordu. Derken kinleri filizledi ve boy vermeye başladı. Yıl, kin için gayet uygundu. Bire on aldı, yüz aldı. Ambarları dolunca telaşlanmaya başladı. Bu kadar kini hangi gönüllere serpmeli diye düşünmeye başladı. Sonra aklına savaşanlar geldi. Çuvallarına doldurduğu kinleri tutam tutam onların gönlüne serpti. Dünya kan gölüne döndü.
İkinci yanlış, gözyaşını seviyordu. Geçen yıl Rusya ve Ukrayna'ya gönderdiği gözyaşları ziyadesiyle işe yaramış; milyonlarca çocuk, kadın ve düşkün gözyaşlarına boğulmuştu. Bu acıyı görenlerin birçoğu gözyaşlarını dindirmek yerine buğdayı tercih etmiş, çığlıklara kulak tıkamıştı. Demek ki yine gözyaşı para edecek ve müşterisi çok olacaktı.
Sürdü atını çifte. At ilerledikçe yanlışın gözlerinden akan yaşlar anında yeşeriyordu arkasından. Ta ki gözleri kuruyuncaya kadar ata acımadan sürdü toprağı. Bir de baktı ki binlerce dönüm ıslanmış, gözyaşlarına boğulmuş. Günler geçip de hasat zamanı yaklaşınca sessizce evlerin kapılarını aralamaya başladı. Odalara girip dertlilerin, yoksulların aklını çeldi. Onlar da ikinci yanlışın tatlı yüzüne kanıp arkasından yürümeye başladılar. Derken koca bir ordunun gözleri yaşlarla doldu.
Üçüncü yanlış, tam bir umutsuzluk hayranıydı. Biliyordu ki küçük bir işaretle milyonlarca canı arkasından sürükleyecek ve onlara istediğini yaptırabilecekti. Uğradığı her köyde ve şehirde kendine hayran olanları gördükçe cesareti daha da artıyordu. Kararını vermişti: Boş bulduğu bütün topraklara umutsuzluk ekecek ve elde ettiği mahsulün tamamını canların yüreklerine serpecekti.
Durmadı, günlerce çalıştı. Avuç içi kadar toprağa bile umutsuzluk ekti. Fırtınalar, salgın hastalıklar, nükleer başlıklar, kadın cinayetleri çoğaldıkça ekini daha boy verdi. Bu kadarını kendisi bile beklemiyordu. Şaşkındı ama mutluluğuna da diyecek yoktu. Yüksek bir tepeye çıkıp çuval çuval umutsuzluğu serpmeye başladı caddelere, sokaklara. Kapandı ışıklar, kararmaya başladı yeryüzü. Hayatın yeni adı umutsuzluk oldu.
Çok geçmeden karanlıkların ortasından bir ışık doğdu. Adına doğru derler bunun. Hakikat kapısını aralayarak virane evlere doldu. Kinin yalan, gözyaşının hüzün, umutsuzluğun yıkım olduğu söyledi. Önce kimse inanmadı bu eşsiz nağmelere. Melodiler damarlarında dolaşmaya başlayınca erenlerin, kin silindi gönüllerden, gözyaşı sevince döndü, umutsuzluk umut çiçeği açtı kırlarda. Binler, milyonlar bir araya gelerek üzerinde birikmiş olan ölü toprağını kaldırdılar. Hep bir ağızdan türküsünü söylemeye başladılar kardeşliğin, güneşli güzel günlerin: Üç yanlış, bir doğruyu götürmez!
İlyas DOĞAN