"BEYRUT" SİZLERE ÖMÜR !?

 

                        "BEYRUT"  SİZLERE ÖMÜR !?

Dünya bunu da gördü!.. 2020-Ağustos başında, Lübnan'ın Başkenti Beyrut bir patlamayla sarsıldı!.. Bugüne kadar çok badire atlatmış, savaş ve terörün her türlüsünü görmüş olan güzel Beyrut, tarihinde böyle bir patlama ve sarsıntı görmemişti!.. Limanda 6 yıldır demirli bulunan ve devletçe el konulan '2.750 ton Amonyum Nitrat' önce yanmış, sonra patlamıştı!.. Uzmanlara göre, 1945'te Japonya'nın Nagazaki kentine Amerika'nın attığı 'Atom Bombası'nın 5'te/ biri kadar etkisi olan bu patlama, 4,5 büyüklüğünde bir deprem etkisi yapıp, tarihi ve turistik şehirde büyük yıkıma; ilk anda 190 kişinin ölümüne, 2.674 kişinin yaralanmasına da sebep olmuştu...

Haber çok kötü, çok acı ve ürkütücüydü!.. Bizim için daha korkunç olan tarafı ise ertesi günü açıklandı: "Bu ölüm gemisi, 1914 yılında Karadeniz'den gelip, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarımızı geçerek, Akdeniz'den Beyrut'a gelmiş, Afrika'ya gitmeden de, Lübnan Hükümeti bu tehlikeli yüke el koyup, 6 yıldır da orada tutuyormuş, patlamadaki terör şüphesi de araştırılıyormuş" iyi mi!?

Tüylerimizi diken diken eden bu haber, hepimizi derinden düşündürmeye başladı: "Ya bu tehlikeli yük gemisi, İstanbul veya Çanakkale Boğazlarımızdan geçerken patlasaydı!? Ya 'üç-otuz kuruş' geçiş ücreti uğruna, bizim yüzlerce insanımızı öldürüp, binlercesini yaralasaydı!? Ya kıyılardaki bakmaya kıyamadığımız, paha biçemediğimiz tarihi yapılarımızı; Kız Kulesi, Galata Kulesi, Topkapı Sarayı, Ayasofya veya Sultan Ahmet Camilerini, ya da Boğaz Köprülerini yıksaydı, biz neye yarardık artık!?" diye hayıflanmaktan kendimizi alamadık!..

Birileri ticaret yapacak, birileri de bunlarla üretim yapıp para kazanacaklar diye, biz niye kendimizi ateşe atıyoruz ki!? Bugünden tezi yok, böyle yük gemilerinin Boğazlarımızdan geçişine asla izin verilmemeli, elin oğlu nereden götürürse götürsün, bu bizi ilgilendirmemeli artık!.. Oturup da, tez zamanda; "Ha bu bize ders olsun gari!" demeliyiz!..

O güzelim Beyrut ki; 1960'lardaki gençlik yıllarımızda beyaz perdenin en ünlülerinden Göksel Arsoy ile Filiz Akın'ın "Beyrut'ta Aşk" filmini kaç kez izlediğimizi bilemiyoruz? Başta İstanbul olmak üzere; İzmir, Paris, Roma, Londra, Atina, Beyrut, Kahire, Bağdat... gibi tarihi ve turistik şehirler, sadece oranın insanlarının değil, tüm dünyanın ortak mirası olan tarihi ve kültür şehirleridir!.. Buraların öncelikle korunması, herkesin gözü gibi bakması gereken yerlerdir!.. Çünkü bunların eşi-benzerleri yoktur, yok edildikleri zaman yerlerine aynen konulması asla mümkün olmayan zenginliklerimizdir!..

Sizleri bilemem, ama tarihte beni en çok üzen olaylardan biri; eski 'İskenderiye Şehri'nin bir yangınla yok olması olayıdır!.. Özellikle o tarihi ve kültürel şehirdeki "Kütüphanelerin" yanması, dünya insanlarına çok şeyler kaybettirmiştir!.. Orada eşi-benzeri bulunmayan kitapların hangisi yerine konulabildi? Bize, geçmişimize ve inançlarımıza ışık tutacak bütün bilgi ve belgeler bir yangınla yok olup gitti!.. Bir tanesini bile yerine koyabildik mi?

Şimdi oturup, düşünme zamanıdır!.. "Bir musibet, bin nasihatten yeğdir!" sözü, tam da böyle olaylar içindir!.. Bundan sonra ne yapacağız? Rahmetli Aziz Nesin gibi bir roman yazıp da; "Biz Adam Olmayız!" mı diyeceğiz? Yoksa bu 'Beyrut Musibetini' hep göz önünde tutup, hiç olmazsa bundan sonra böyle tehlikeli yüklerden bu tarihi ve turistik şehirlerimizi, tarihi ve doğal çevremizi koruyucu önlemler almak için mi çalışacağız!?

Yazımızı bizim deli Orhan Veli'nin 1945'te yazdığı "Giderayak" şiiriyle bitirelim:

"Handan, hamamdan geçtik/ Gün ışığındaki hissemize razıydık/ Saadetinden geçtik/ Ümidine razıydık/ Hiçbirini bulamadık/ Kendimize hüzünler icat ettik/ Avunamadık!../ Yoksa biz/ Biz bu dünyadan değil miydik!?"                        Sakin KOŞAR...

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI