MELÜL MELÜL BAKTI KARINCALARI YEDİ!

               

 

                   MELÜL MELÜL BAKTI KARINCALARI YEDİ!

 

         “MERAK” Arapça bir ad… Bir konuyu araştırmak, bir yeri görmek, bir olayı incelemek ve anlamakla ilgili; heves, kaygı, tasa gibi içten gelen isteğe merak deniliyor. İnsanlar merak ettiği bir soruya cevap bulmak için çeşitli yollara başvurur ve hatta bazen bu yolda hayatlarını bile kaybedenlere rastlanır.

          İNSAN merakı geniş boyutludur, ölçüsü ve sınırı kişinin karakter yapısıyla eş değerdir. Ancak bu noktada; bilimsel eğitim, doğru düşünme yeteneği, başarılı algılama ile zihinde tasarım yetisi önem arz eder. Bazı insan karakterinde merak duygusu az geliştiğinden, o kişi için: ”Dünya yıkılsa umurunda değildir, kaygılanmaz, hiçbir şeyi merak etmez.” diye tanımlanır. Öte taraftan bazıları karikatürize edilerek “Meraklı Melâhat veya meraklı turşucu” tiplemesi ile anılır. Bunlar; ilgisi olmasa da, her şeyi öğrenmek bilmek ister ve sadece kendisi için araştırır. Sorar soruşturur üstüne üstlük sonuç alıncaya kadar da çabasından vazgeçmez. Çünkü merak, insanın bastırılamayan duygusudur.  

          TÜM ÇOCUKLAR gibi o yıllarda merak ettiğim her şeyi sorardım. Anlatılanların nedenini öğrenmek ister, detayı ile açıklanmasını beklerdim. Örneğin: Ay tutulunca neden teneke çalınır? Neden havan’a tokmağı ile vurulur da, “Tını”sesi çıkarılır? Ve ayrıca niye silah patlatılır? gibi soruları çocuksu dille sorar ve yanıtını: “Ay’ı tutan kötülükler böyle korkutulur ürkütülür ve Ay kurtarılır.” Diye alırdım. Ancak kafamda hemen yeni sorular oluşur, örneğin; “Kötülükler niçin ay’ı tutar? Tutunca ne yapar? Ay onlardan kaçamaz mı?” Gibi soruları devam ettirince, babaannem cevaplayamadığı için Muğla ağzı ile: “…sus yete gari! Sorup durma.” Diye sorgulamamı yasaklardı.

          BU TARİHTEN 65 yıl önce, 20-25 kişilik kadınlı erkekli bir grup, merkez Yeşilyurt köyünde, yatır tanımlı bir mezara gidildi. Burada yaşananlardan zihnime kazınanlar; kadınların mezarın başucundaki ağaç dallarına çaput bağlayıp, dilekte bulunmaları idi. Ancak bunun ötesinde; köyden satın alınan oğlağın kesilmesi, kafileyle birlikte gelen aşçı kadının onu ve diğer yemekleri kocaman kaplarda ve meydana kurulan ocaklarda pişirmesi sonunda yemeklerin yer sofrasında yenilmesiydi. Yemekten sonra ekmek kırıntıları, bir hanım tarafından “Evimizin nasibi bereketli olsun, soframızda ekmek eksilmesin, tükenmesin” diye mezarın üstüne silkelemesi ve dua etmesiydi.

         KADINLAR kendi aralarında yerel ağız ve alçak sesle fiskos ederek konuştuklarından anladığım şu idi: Kafilede bulunan ve işleri iyi gitmeyen terzinin eşi, bu davranışı ile işlerin düzeleceğini ve iş yerinin kapanmayacağını emindi. Duaları gerçekleşirse tüm ailenin mutlu olacağı da kesindi. Yakarışlar Tanrı’ya gönderiliyor sonucu için “Acaba kabul edilir mi ve kocamın işleri düzelir mi?” diye de merak ediyordu!

          AMA asıl önemli olanı ve Pisi’ye gidilmesinin nedeni: Çocuğu olmayan kadın için kurban kesmekti. Zira bu yolla soruna çözüm getireceklerdi! Kural gereği mezarın üstünde ve kenarında gezinen karıncalardan 15 tane tutup çocuksuz kadına yedirip! Kadın karıncaları yerken yüzündeki ifade beğenmediğini, tiksindiğini yansıtırsa çocuğun olacağının kanıtıydı. Bu merak ediliyor ve kadıncağızın o karıncaları öğürerek tüketirken sevinçle izleniyordu. Ama oğlak etleri, pilâvlar, kızartmalar, tatlılar da gelenler tarafından çalakaşık mideye indiriliyordu. Karınca da proteindi ama tadı ne kızarmış oğlak etine, ne de etin suyuyla pişmiş nohutlu pilava benziyordu. Kim bilir; o kadıncağızdan evvel, kimler o karıncalardan yiyip yuttu ve çocuğum olacak diye eti atıştıranları, pilavı kaşıklayanları melül melül baktı! Ama o sırada mikrop aldı, hasta oldu ve öldü… İyi ki, şimdi bu Şaman inancı ile böyle yapan yok veya çok az. Çünkü gelişmiş hastanelerde, tıbbi teknolôji ve donanımlı hekimler var.  Ne ağaca çaput bağlatıyorlar, ne oğlak kestiriyorlar, ne karınca yediriyorlar!

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI