YAĞMUR YAĞARKEN DOLDUR KOVANI SONRA ARARSIN BİR BAŞ SOĞANI

 

VECİZ söz, kim bilir kim tarafından ilk kez söylenmiş ve birkaç yıl evveline kadar günümüze taşınmıştır, bilemeyiz. Bu taşınmadaki figüranlardan biri olan ve yaşamı süresince çeşitli işlerde çalışıp, hane halkının geçimini sağlayan, namı diğeri: -Köroğlu- bu adı ile anılır ve tanınırdı. Rahmetli hemşerimizin, ağzından düşürmediği söz, oldukça dikkat çekiciydi, düşünülmesi gerekirken yerel ağızla telaffuz edildiği için tebessüm edilirdi, böyle bir ilginçliği vardı.

ANCAK hemşerimiz vefat edip, veciz söz de, unutulmaya yüz tutunca, anımsanması hatta unutulmaması için köşeme almayı düşündüm. Namı diğeri: Köroğlu, yerel ağızla ve dB yüksek kalın ses tonu ile o sözü şöyle seslendirirdi: "Yaamır yağarkan  doldurmazsan  govanı, soona araasın bi baş sovanı." Bu veciz sözün anlamı: "Genç iken ve sıktığın taş'ın suyunu çıkardığın yaş gurubunda iken çalış, kazandığın parayı, har vurup harman savurma, tasarruf edip biriktir, yaşlandığında rahat edersin, bunu yapmazsan muhtaç duruma düşersin.."   demek olduğunu herkes bilir.

GEÇMİŞ yıllarda ki, o yılları yaşayanlar anımsar, gündelik işlerde çalışmak zorunda olanlar, şehrimizdeki belli bir kahvede, işçi arayanları beklerdi. İşler genellikle günlük veya birkaç günlüktü. Bunların birkaçı: -İnşaatlarda harç karmak, tarlada arık açmak ve toprağı çapalamak ve buna benzer diğer işlerdi.  

ÖTE TARAFTA: Kireç ocağında, üç-dört gün veya bir hafta süre ile taş örmek gibi ağır ve yorucu işlerde vardı! Beri tarafta ise: Getir-götür/indir-bindir/tutuver-kapıver diye tanımlanan kısa metrajlı işlerin parası azdı, ama çalışılan zaman da azdı. (İşteki zaman ve ücret azlığını karikatürize etmek için, -kısa metraj- sözcüğü özellikle kullanılmıştır.) Beden gücünü kullanan mesleksiz, bu kişiler: 60-70 yıl evvel, bu tür işlerde çalışarak, aldığı ücret ile evini geçindirirdi.

ANCAK kahvede iş bekleyen ve genellikle: -Amele- olarak da, tanımlanan bu yurttaş tipleri arasında, iş seçenler olurdu. Özellikle birkaç masada, dörder kişi oturarak iş bekleyenler, boş zamanlarını -katletmek- için: Tavla, İskambil. Domino, gibi oyunlarla, iş buluncaya, birileri herhangi bir iş için, kendilerini çağırıncaya kadar, birbirinin cebindeki üç kuruşa göz diker gibi, zamanı bu tür değerlendirirlerdi(!)

HATTA masada oyunla vakit geçiren tiplerin dışında diğer tipler, işçi aramaya gelenin yüzüne bile bakmadan, hem oyun oynar ve hem de, yerel ağızla: "Naha iş bu?" diye, işin niteliğini ve niceliğini sorup, öğrenmek isterdi. -Hani, iş dişime göre mi, ödenecek para işine göre mi- ölçümü yapmak isterdi.  Arkadaşlarına bakar, tavsiyeyi merak eder, "Sizce nasıl iş, iyi mi, gideyim mi?" gibilerden göz kırpma yöntemi ile onay beklerdi. İçlerinden bazıları: "Boş ver, birazdan başkaları gelir, onlara bakarız" dercesine bakış atar, oyun zevkinden kopmaya ve masa bütünlüğünü bozmaya onay vermezdi. Diğerleri de, bu karara uyardı.

BU YAŞAM tarzı her gün ve her sabah, aynen sürgitti. Kimi zaman içlerinden bazıları zorunluluk varsa, iyi kötü, az çok, zor veya kolay demeden çağrılan işe giderdi. Çünkü evde; hanımı, anası, babası ve iki çocuk, kazanılacak para ile alınması gereken; yiyecek içecek ve diğer ihtiyaçların tedarik edilmesini bekler durumda idiler.

YAŞAM ZORDU, meşakkatli ve bunaltıcı idi. Köyden inmişlerdi şehire, fakat yaşam tarzı karşısında şaşırmışlardı. İlk günlerde, başkalarının işini para karşılığı yapmak, hamallık veya el ulaklığı olarak algılanıldığından, gururlarını incitiyordu. Köyden geldiklerine bazen bin pişman olurlar, ama akşam yazlık sinemaya gidip, sigara tüttürerek film seyretmek, sıkıntılarını biraz olsun unuttururdu.

 GELELİM GÜNÜMÜZE, köyden şehre taşınıp, aradığını bulamayanların bazıları köye dönmeyi halen istiyor! "Köyde evimiz var, tarlamız var, şehirde yol süpürüp çöp toplayacağıma,  köye döner tarlayı sürer, eker biçerim! İçinden yer/içer artanını pazarda satarım" deyince, diğerleri: "Tamam, ama buradaki rahat, köyde yok, boş ver" deyip konuyu kapatmak ve başka bir konuyu değerlendirmek istiyor. Fakat içlerinden biri: "Beni düşündüren, Devlet; tarlaları, dışarıdan Türkiye'ye kaçak yollarla göç edenleri, bizim oralara yerleştirirse, onlarda tarlaları ekip biçer, yanı sıra hayvancılık yaparsa ve biz, bir daha geri dönmezsek, doğduğumuz büyüdüğümüz köye karşıdan bakarız ve buda yanıp yıkıldığımızın resmi olur." deyince, diğerleri birbirlerine bakarak -hiç düşünmemiştik- gibilerden, şaşkınlık içinde kalır.! 

                                                       ***

BU PARAGRAF, üstteki konu ile ilgisi olmayan bir konuyu içeriyor. İçeriyor, ama zarifliğin, cenaze sahiplerine ve cami cemaatine nasıl gösterileceğini, canlı çiçekle yapılan çelengin masrafından nasıl kurtulup tasarruf edileceğini, öte taraftan bizatihi camiye giderek, müteveffa yakınlarına başsağlığı dilemeden vaziyetin nasıl idare edileceğini ve bunun nasıl başarılacağını, merkez ilçe belediye başkanımız göstermektedir!

Başkanımızın herhangi bir işyeri levhasına benzer hazır çelengi, cenazelere getirilip cemaatin göreceği yere konulmaktadır. (Bazı kurum ve kuruluşlar, bu tür hazır çelenk yaptırmış, törenlerde o çelengi kullanıyor. Bunun kadar; saçma, ruhsuz, duygusuz, bunun kadar uydurma bir şey görülmese de,  görenler vardır.  Ama bizim gibi taşrada, bir il'in merkez ilçesinde görülmesi, biraz tuhaf karşılanmakta ve nezaketsizlik addedilmektedir.)

"ACABA DİYORUM, Sayın Belediye başkanımız, nikâh törenlerinde de, aynı çelenkle mi temsil ediliyor?" bilmiyorum. Hazır çelenk bir görevli tarafından belediyeden alınıyor, cami avlusuna bırakılıyor. Ama evlenme törenlerine herhalde hazır çelek gönderilmez, şöyle ½ saat kadar oturulabilir. Başka bir yere gitmeyecekse ve tören siyasi kimlikli birininse 1-2 saat kalınabilir. Aslına bakarsanız, belediye başkanı; kimin öldüğünden, kimin kaldığından haberi olduğunu sanmıyorum. Zorunlu bir hâl yoksa koltuktan kalkıp, cenaze törenine camiye gitmeye de gerek yok, çünkü iş çok. Zira -Belediyenin işi/gücü Muğla(!)-  Ama bu arada cami cemaatı sabit çelengi görmeli, -Belediye Başkanı çelenk göndermiş demeli- Bunun adı: Neresinden bakarsanız bakın, -seçmenler alış verişte görsün-dür. Sonra al çelengi yine belediyedeki yerine koy! Neyse, seçimin yapılacağı yıl veya erken seçim zilleri çalmaya başlarsa, gerekli değişiklik yapılır(!)   

GELİP GEÇEN belediye başkanlarının çiçekli çelenklerini çok gördük. Ama ruhu, duygusu olmayan, huzuru, iyiliği güzelliği temsil etmeyen hazır çelengi, yerel yöneticide ilk kez gördük. Oysa canlı çiçekle hazırlanan çelenk: Vefat edene: "Son yolculuğunda, yolun çiçeklerle bezeli olsun, seni çiçekler kadar güzel melekler karşılasın, karanlıkta kalma, yeşillikler içinde çiçek topla" anlamı içerir. Herkesin bildiği gibi,  çiçek bir duygu sembolüdür. Ama başkanımızın sabit çelengi, bu duygunun dışındadır.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI