...O ZAMAN DA,YURTTAŞ KORUNMALIDIR
Milli piyango yılbaşı ilk özel çekilişi, 1932 yılında gerçekleşmiş. Sonraki yılların birinde, bir ayağı İstanbul'da olan ve ticaretle uğraşan hemşerilerimizden biri, bir gidişinde şehrimize dönerken yılbaşı bileti almış. Tesadüf bu ya, bilete de, bir miktar ikramiye isabet etmiş.(Para parayı çeker dedikleri bu olsa gerek?) O yıllarda küçük kentlerde, herkes birbiri ile tanış biliş olduğundan, kutlamak, için "Uğurlu gademli" olsun demeye gidilmiş. Ev bir hafta, dolmuş dolmuş, boşalmış. Hadi isterseniz gelin, o an'ın görüntülerinden birini tespit etmek için, sizinle birlikte o eve uğrayıp, nasıl bir fotoğrafla karşılaşacağımızı görelim.
Misafir odasına girildiğinde ilk göze çarpan kare, başköşede oturan, ailenin en yaşlı bireyi babaanneydi. Gelen misafirlerde, koltuk ve ilave sandalyelere oturuyordu. Gülen yüzüyle, gelenlere hoş geldiniz diyen babaannenin dışındaki aile'nin diğer üyeleri, misafirlere ikram için, odaya giriş çıkışlarındaki; zariflikleri, nezaketleri ve tebessümleri konuklar tarafından ilgiyle izleniyordu(Hani; hallerinde, tavırlarında, bakışlarında ve giyim kuşamlarında para çıktı diye değişiklik var mı, yok mu gibilerden. Daha sonraki ev oturmalarında, yapılacak dedi kodu ya malzeme lazım ya, o bakımdan yani.)
Sevinci nedeniyle durmadan tebessüm eden babaanne, gelen her yeni misafire, yerel ağızla: "Allah'ımızı şükürlee olsun, herkes gibi gıyıda, köşüde üş guruş ölümnük dirimnik paramız vardın. Emme, güzee Allah'ım, nezman vericegi, kimi vericegi belli mi, oluyoru ya? Bunna da parı vaa, dememiş durup dururkan, yılbaşı aşaamı, bi çuval pareye, oğlanın eline tutuşturuvemiş. De gidi, gudureti böyük Allah'ım, de!" Diye anlatıyor, misafirler de: "Uğurlu gademni olsun, Allah gülü güle yidirsin" Dileklerini bildiriyordu. Bu tür ziyaretlerde, gelen giden eksilmez. Bir süre önce gelip oturan, yeni gelene yerini vermek için kalkar gider. Adettendir.
Gelelim Covıd-19'a. İnsan özelliklerinden biri, önüne gelen fırsatı değerlendirmesidir. Ama bazı fırsatlar; umulmadık zamanda, beklenmedik an'da, hatta ekonomik yönden daraldığınızda Hızır gibi yetişiverir. Nitekim Dünya'yı sarıp sarmalayan salgın, bazı mesleklere para kazandırırken, kuyruk oluşturan alış/veriş karşısında, belki de: "Bu ne yahu? Elde mal kalmadı!" diye şaşkınlıklarını gizlemediler.
İnançlara ve babaannenin dediği göre Tanrı'nın; ne zaman, nereden, hangi bahaneyle vereceği belli olmuyor ya(!) Yağdırdı mı sağanak gibi yağdırıyor! "Yağdır mevlâm su" yerine, sanki, "Yağdır mevlâm para" dileğinde bulunulmuş gibi.
Örneğin: Normal fiyatla satılan ürün, birden bire katlandı. (1)liraya satılan maske,(5) liraya satılmaya başladı! Neden pahalandı? Bu kimsenin umurunda değildi! "Gık"ını çıkaracak cesareti kendinde göremiyordu. Hele pazarlık aklından geçmiyordu. Korku her şeyin önündeydi. Alan razı, satan dünden razıydı. Fiyatı 5 değil, 20 lira denilse, itiraz eden çıkmayacak, anam hasta diyen kapacaktı.
Ne hikmetse, bulaşıcı hastalık için gerekli olanlarla birlikte, her şeye süratle zam yapıldı. Evler, yiyecek stoklamaya başladı, marketler boşaltılıyor, ambalajlı, yiyecekler; çikolatalar, bisküviler, şekerlemeler bile evsel stok içine giriyordu. Neyse. Bir daha gelelim Covıd-19'a.
İnsanımızın bazısı, eline geçen fırsatı suiistimal etmede ustadır! Pazar alış/verişlerinde, haklı olarak seçmece yönteminden vazgeçilince, poşetlere ilk iki hafta, normal ve düzgün ürünler konuldu. Pazarcı bu davranışı nedeniyle bravo dedirtti.(İnsan ister istemez takdirini bildirmek istiyor) Ancak millet olarak mükemmel başladığımız her işi, en kısa süre içinde kendimize benzettiğimizden, üçüncü haftadan itibaren, bazı pazarcılar düzgün yürüyebilecek sistemde sigorta attırmaya başladı.
Sanki bedava dağıtıyordu! Hayvanların önüne atılacak; ezik, çürük, lekeli ve darbe almış meyveleri, sağlam meyvelerin arasına bir/iki adet sokuşturup, aklınca cingözlük yapıyordu! Herhalde bunu yapmasa, kendinde eksiklik hissedecekti.(Çünkü huylu huyundan vazgeçmiyor) Yeni uygulamada, yurttaş maalesef pazarcının, insafına merhametine terk edilmiş torbaya koyduğu meyveleri almak zorunda bırakılmıştı. Bu yolla da; suiistimal ediliyordu. Düzgün iş yapan pazarcıları tenzih ederim.
Açıkgöz geçinenler; hileli, dalavereli günü, başarılı geçen gün sayar! Çünkü ahlâki değerleri gelişmemiş; iyiyi, güzeli ve doğru olanı yaşamamış, böyle bir güzellik içinde olmamıştır. Bu nedenle pazarcılığı da, elbette arızalandıracaktır. Pek çoğunuz bilir. 1960'lı yıllarda İstanbul'da seyyar satıcılar meyve satarken seçtirmez, kendileri seçip, kese kâğıdına koyar elinize verir. Bu sırada: "Hemşerim, onu niye koyuyorsun?(Kötü ürün) o, yenir mi?" dediğinizde, göstere göstere yaptığı hilenin yanı sıra, bir de: "Eee, ben bunu kime satacağım?" Diye, terbiyesinin noksanlığını ortaya koyardı.
Yerel yönetimler; müşterisini suiistimal eden pazarcıya, durumu hatırlatmalı ve davranışının doğru olmadığı konusunda uyarmalıdır! Verdiği hizmeti; mesleki ve ahlâki dürüstlüğü ile yapmak zorunda olduğunu belirtmelidir. Anlarsa ne ala, anlamayıp, kötü alışkanlığını sürdürür se, o zaman da, yurttaş korunmalıdır!