ÇOK ÜZÜCÜ AMA MAALESEF HALA DEVAM EDİYOR!
1945 yılının Sonbaharında, askere gidecek üç genç: “Bey pınarına gidelim yiyelim içelim, eğlenelim. İki gün sonra asker oluyoruz bir daha geri döner miyiz, dönmez miyiz belli olmaz. Hiç olmazsa, mezar taşımıza: “Bir gül idiler soldular, anayı babayı evlatsız bıraktılar” diye yazsınlar da, unutulmayalım” deyip, kıt’a ya, katılmadan bir gün önce ve öğleden sonra, rüzgârlı bir sonbahar gününde, Milas’a bağlı Bey pınarına gelirler.
O GÜNÜN Bey pınarına, günümüzdeki gibi kolayca ulaşılmaz. Çapa kürekle açılmış kötü ve dar yolda eşekli 5-6 köylü yurttaş, gittikleri yerden köye dönüyor. Motorlu taşıt ise neredeyse yok denecek kadar az. Bey pınarında ise, deveci ahırının bitişiğinde kahveye benzer bir yer ve içeride iki üç kişi oturuyor… Zira 783562km2 yüzölçümlü Türkiye’de o yıl nüfus: 19Milyondur.
ÜÇ GENÇ, yanlarında getirdikleri malzemeleri bir kenara bırakıp, sofrayı hazırlamaya girişir. Oluşturacakları yer sofrasının biraz ötesinde yakılacak ateş için, içlerinden biri orman içinden malzeme toplamaya gider ve geri dönünce topladığı çalı çırpı ile ateşi yakar. Diğeri, pınardan testiyi doldurup getirir.
GENÇLER kendilerine sofra hazırladıktan sonra, etleri pişirir. Evden getirdikleri diğer meze türü yiyeceklerle, yiyip içer ve keyifli an’lar yaşanır. Aradan epey zaman geçer, içkinin verdiği zevkle bulutların üzerinde gezinirler, muhabbet yerine bildikleri türküleri yarım yamalak söylemeyi ve el çırpıp oynamayı denerler. Ancak vakit ilerlemiş, derlenip toparlanma, eve dönme vakti gelmiştir. Gelmiştir gelmesine de, üç genç getirdiklerini toplamadan, çevreyi temizlemeden ve ateşi söndürmeden, türkü söyleyerek yola çıkar. Akşam olunca rüzgâr şiddetini arttırır ve söndürmeyi unuttukları ateş, ormanı paçasından yakalar.
VE BİRDEN bire büyüyerek yayılır ki, milyonlarca çıralı çam ağacı ile kaplı dağlar, kızıl alevle dehşetengiz yanmaya başlar. Alevlerin, rüzgârla yalpalandığı sırada çıkardığı sesin korkusu ve baskısı çok ürkütür. Aradan epey zaman geçer. Mücadele için gelenler, insanüstü çabalarına rağmen bırakın söndürmeyi, önünü kesmekte bile aciz kalırlar. Çünkü devasa yangın, rüzgâr nedeniyle müdahale edilememektedir. Yapılacak hiçbir şey yoktur. “Yangın, doğal bir engele takılıp, kendiliğinden sönerse ne alâ.” Demek ve dua etmek tek çıkar yoldur.
BUGÜN orman yangınlarında teknoloji kullanılmaktadır. Özel araç içindeki uydu alıcısından; yangın alanı gözlenmekte, yangının seyri izlenmekte ve söndürme ile ilgili çalışma bizatihi ilgili kurumun başmüdürü tarafından yönetilmektedir. Yararlanılan diğer teknik araç, gereç ve eğitimli personel 1945’in o yangının da yoktur. O yılın yangın malzemesi sadece çapa kürek, asker ve köylüdür. Üç gencin söndürmeyi unuttuğu ateşle; Bey pınarında başlayan yangın(Başlangıç ve sönme arasındaki mesafeyi dikkatinizi çekiyorum!) Köyceğiz/Ağla tepelerinde, doğal engele rastlayıncaya kadar, 45 Gün devam eder, milli servet yanmış, bitmiş kül olmuştur.
ŞU İNSAN eliyle oluşan felâkete, orman servetimizin yok oluşuna bakınız! Hele o ormanda yaşayan milyonlarca canlının, yanarak ölmeyi beklemeleri iç acıtıcı elem vericidir. Kim bilir nasıl çığlık atarak, bağırarak çaresizlik içinde ölmüşlerdir?! Ormanlar ve içindeki canlılar hala her yıl yine yanmakta ve yok olmaktadır, mahvı için küçük bir dikkatsizlik yetmektedir. Oysa yanan ulusumuzun servetidir!
EYLÜL ayında, İstanbul da, Uzay ve Teknoloji Festivali yapıldı. Burada sergilenenleri seyrederken, aklıma 1945 yangını geldi. Orman; bir ulusun zenginliğidir, yaşamının dengesidir, soluğudur, oksijenidir! Ancak öte taraftan her yaz yangınla başımız derttedir. Söndürme, havadan su atma, karadan arazöz ve yangın personeli ile yapılmaktadır. Arazöz ve söndürme personeli, yangının genişlemesini önlenmeye matuf hizmeti gerçekleştirirken, dozerler 20-25m. Genişliğinde doğal engel bandı açmaktadır. Öte taraftan 2.5Ton su atan helikopter ve 4-5 tonluk uçaklar ise, söndürmenin esasını oluşturmaktadır. Ama ne yazık ki bir kişinin yaktığı ormanın bedelini, koca bir ulus ödemektedir…
BU ARADA büyük helikopter ve uçakların varlığını da hatırlatmadan geçmeyeyim. Örneğin: Büyük Helikopter 10/Ton su atmakta, daha önemlisi, 75Ton su taşıyan uçaklar yangını daha hızlı söndürmektedir. Bu kapasitede uçak, Orman Bakanlığının dökümün de var mı, yok mu veya kiralıyor mu bilmiyorum. Ama her yaz yanıp tükenen ormanlarımız için elzem olduğunu düşünüyorum. Bakanlık; bunların daha mükemmel ve daha gelişmiş “150Tonluk” Azman tanker uçakların varlığına vakıf. Milli orman zenginliğimizin yok oluşunu bu tür 1-2 tankerle korumanın mümkün olabileceği de muhakkaktır.
ÖZELLİKLE küçük helikopter,(Gece uçuşu yapabilen ve 2.5ton su atan) köy yangınlarında ve hatta şehirdeki yangınlarda da yararlı olması mümkündür. Çünkü köye en yakın mesafeden gidecek arazözün yolda geçecek zamanı dikkate alındığında, her şey olup bittikten, mal ve can kaybı yaşandıktan sonra, ancak kül’e su sıkacağı da reddedilemez bir gerçektir! Büyükşehir belediyelerinin, bu tür helikopteri veya birkaç helikopteri gelecekte edineceğini kesinlikle düşünüyorum.