AFAD

 

İnsan yaşlandıkça, çocukluğunda; yaşadığı, gördüğü, duyduğu pek çok olayı, noktasına virgülüne kadar anımsıyor. Örneğin: İlimizin ve özellikle şehrimizin yağmur konusunda pek bereketli olduğunu, daha çocukken öğrendik. O yıllar 1950'lili yıllardı. İlkokul sıralarında öğretmenimiz şöyle derdi: "Çocuklar! Türkiye'de yağmur, en çok Rize'ye, daha sonra Muğla'ya yağar!" Bu sözlü not, o an hafızamıza kaydedilince, bir daha silinmedi. Hatta bu notu öğrendikten sonra, böyle bir doğa olayında: 1nci değilse bile 2nci olmanın verdiği hazzı yaşayıp, gururlandık. Çünkü bu durumu bir başarı kazanmışız gibi algıladık, dolayısı ile mutlu olduk, çocukluk işte!

 

Birde milli bayramlarda, Cumhuriyet meydanından okula döndüğümüzde, dağılmadan önce başöğretmen, bir konuşma yaparak: "Çocuklar aferin! Vali, geçit merasimindeki yürüyüşü en güzel şekilde, okulunuz sergiledi!" diye, "Beni tebrik etti. Her zaman böyle başarılı olmanızı istiyorum!-" deyince tüm öğrenciler, sevinçle elleri kızarıncaya kadar alkışlarlardı. Ancak Vali'nin, her başöğretmene böyle bir şey söylemediği muhakkaktı. Ama önemli olan isteklendirmeydi. İnsanın içindeki gücü harekete geçirmek için, çocukları; onurlandırmak, mutlu edip, sevindirmekti. (Başöğretmen, facebook sayfamın kapak fotoğrafının, en alt sırasındaki ve en sağdaki Mustafa Oran'dı.) Devam ediyoruz.

 

Yağmurlu havalarda teneffüse çıkamadığımız zaman çocuklar, yerel ağızla: "Güzeee Allah'ım!" diye başlatacağı hitabın, Tanrı katında hoş karşılaşılacağını umarak, çisenti şeklinde yağan yağmur için: "Allah'ım, hu yağmıra acık kesivede, bahçide goşduram, bıgırık da, oynıyam" dileğini seslendirirdi. Yani çocuk aklımızla kendimize özel, oyun oynama fırsatı tanımasını isterdi. Çocuk aklı işte.(Şehrimiz yerli halkı -Bıgırık- sözcüğünü o yıllarda, azıcık anlamında kullanırdı. Bugünde, halen kullanılmaktadır)

 

Ama Tanrı'nın: "Çocuklar! İsteğinizi biliyorum. Ama her aklınıza estikçe dileğinizi, yerine getireceğimi beklerseniz yanılırsınız, bu olmaz! Koyduğum kurallara uyacaksınız, uymadığınız takdirde düzeni bozarsınız ve sonra kuralsızlıkları cezalandırırım. Siz sorumluluklarınızı yerine getirin, ne yapacağımı bana bırakın!" diye yanıtlayabileceği düşüncesini de, unutmazdık. Çünkü Tanrı'nın çok güçlü olduğunu öğrenmiştik.

 

Ne tekim Tanrı; her aklımıza geleni varlı vakitsiz istediğimizi, ama bunun, Tanrısal yasa ve kurallarla uyuşmadığını bu gibi davranışların tekrarlanmaması için, noktayı koyarcasına, beş dakika sonra yağmur türünü değiştirip, çisenti yağmur yerine; şimşekli, gök gürültülü sağanak yağmur başlatırdı.(Bu değişiklik, yağmur bulutlarının hareketliliğiydi.) Yağış başladığında, gürültüsü ile ortalık adeta yıkılır gibi olunca, birbirimizi itham eder: ".sen hatırlattın/ ben değil/ sen söyledin/hayır ben konuşmadım" gibi ağız dalaşı ile sınıfa girerdik!

O an'ların teneffüsünde, ilkokulumuzun alt ve üst salonları 300'e yakın öğrencinin yüksek sesi ile dolar, ama gök gürültülü sağanak yağmur başladı mı, ödümüz kopar gıkımız çıkmazdı! Bayan öğretmenler elleri koyunlarında, birkaçı yan yana gelerek, salonun Güney yönüne doğru yürür, döner Kuzey istikametinde salonu adımlamaya başlardı ve bu yürüyüş öğretmenler zili çalıncaya kadar devam ederdi. Yürüyüş sırasında yanımızdan geçerken, konuşmaları arasında, birbirlerine: "Allah'ım, aafatsız ver!" dileklerini duyardık, bu dilek birkaç kez tekrarlanırdı!

 

"AFAD" sözcüğünü, o anlarda değil, daha önce evdeki büyüklerimizden, okula gitmeden öncede duymuş ve öğrenmiştik. Şehrimizin o yıllardaki yerli ahalisi: "Afet" sözcüğünü "AAFAD" diye telaffuz eder, Gök gürültülü, sağanak yağışlarda ahali, Tanrı'ya hitaben, yerel ağızla: "Allah'ım! Aafadsız vee! Ortalık yıkılıyoru, onarmeye vahdımız yok, sen bilisin!" diye yakarırdı. (-Vahdımız- sözcüğü 1950'lili yıllarda, yerli ahali tarafından; parasal ve fiziki güçsüzlük anlamında kullanılan, bir sözcüktü. Halen kullanıldığını varsayıyorum.) Bulutların çarpışmasından ortaya çıkan enerji, öyle gürlerdi ki: Ahali: "Gökyüzü yarıldı. Allah; elinde avucunda ne kadar su varsa, hepsini yarıktan tepemize harlattı diye düşünür ve dillendirirdi!(Harlatma sözcüğünü yerli halk, ateşin harlı yanması ile suyun birden çok dökülmesindeki tanım için kullanırdı.)   

O gök gürültüsü sırasında, henüz okula gitmeyen çocuklar, annelerinin kucağına sokulur, annesi de onu kavrayarak, sanki tüm kötülüklerden, korkulardan kolları arasında korurdu. Ben o çatırtılı gök gürlemesinde, büyüklerin bile korktuğu hâl ile baş başa kalırdım. Çok korkmama rağmen yaşlılarla birlikte oturur, Tanrı'nın; beni koruması için dua etmek zorunda kalırdım. Çünkü anne yoktu.

Ülkemiz fay hatları ile dolu olağanüstü bir alan.  Onun için: Büyükşehir belediyeleri, ne zaman gerçekleşeceği belli olmayan 7.5-8 şiddetindeki bir deprem felaketi için, -Konteyner - Prefabrik ve çadır kentlerin yanı sıra, sahra hastanesinin, ayrıca jeneratörlerin, un stokları ile mobil sarnıçların, mutfakların ve mobil tuvaletlerin alt yapıları ile nerelere kurulması gerektiği konusunu, şimdiden projelendirmelidir.(Bu konuları yöneticiler ve uzmanlar herkesten çok daha iyi bilir! Bizimki, laf olsun torba dolsun, adet yerini bulsun, kabilinden tabii, kusura bakılmasın(!) Yarın bir doğa olayı ile karşılaşıldığında; o ortamın şaşkınlık ve telaşı içinde tedbirlerin işleyişi aksamaması için, koordinasyon ve organizasyonun şimdiden senaryolaştırılıp kurgulanması, fevkalade önemlidir. Çünkü o heyecan ve ürkeklik içindeki koşuşturmadan çok yararlanılamayacağı, hatta yeterli olmayacağı; bugünden ve şimdiden düşünülüp öngörülmezse, ciddi ve çok ölümlü felaketlerde, oturup yas ederken her şey birbirine karışır!

Tanrı insanları korur, ama insanlarda tedbir alırsa(Öyle denir) Hani şaka babında, eşeğin sağlamca bir kazığa bağlanması gibi!

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI