ARNAVUT KALDIRIMI DEĞİL, AMA.
ARNAVUT KALDIRIMI DEĞİL, AMA.
Neyindendir, neresindendir bilinmez, ilginç ve tuhaf bir toplum olduğumuz kesin. Şimdi hem merak ettiğinizi düşünüyor, hemde tuhaflık neremizde acaba diye, aklınızdan bazı yanlışları geçiriyorsunuzdur, bunu tahmin edebiliyorum. Deve'ye: "Boynun neden eğri?" diye sormuşlar. Deve'de: "Yahu şaka mı yapıyorsunuz, dalga mı geçiyorsunuz, bende size soruyorum: nerem doğru ki?" diye cevaplamış. Cevaplarken biraz daha kibar ve nazik olsa iyi değil mi, ya! Deve işte, illaki develiğini yapacak. Neyse. Deve'nin cevabına benzer, verilecek pek çok eğri büğrü yanımız var. Ama bu hafta aklıma, uzun yıllar önce yaşadığım ilginç anılardan birini aktarmayı düşündüm.
PAZARCI ESNAFI HEMŞERİMLE YEMEK YEDİK
50 küsur yıl önce, çalıştığım ilçede -ki o gün o ilçede pazar kuruluyordu- Ula ilçesinden bir esnaf hemşerimiz diğerleri gibi, yetiştirdiği ürünleri satmak üzere pazara gelmişti. Öğle yemeğini, hemşerimle iki kişi, aynı masada yedik. Yedik yemesine de, şaşkınlıktan ben mi yemeği yedim, yoksa yemek mi beni yedi anlayamadım, bilemedim!
HEMŞERİMİN ELİNDE YUMURTA SEPETİ VARDI, AMA.
Efendim! Ula'lı hemşerimiz yemeğe gelirken, elinde: -Yumurta sepeti- denilen küçük sepetle, içinde ağzına kadar lebalep dolu "Arnavut Biberi" diye tanımlanan zehir zemberek biber getirmişti. Garson, neler yiyeceğimizi sorunca, sadece: Kuru Fasulye ile Pilav siparişi verdi. Bendeniz de siparişimi verip beklerken, birbirimize o ara hâl/hatır sorup, kısa metrajlı sohbetle havadan, sudan ve pazar alışverişlerinden söz ettik. Neyse, yaşamımızdan boş yere harcanan 5-10 dk. sonra yemeklerimiz önümüze kondu ve yemeye başladık.
İLGİNÇ OLANI YAKALAMAK, GÖZLEM GEREKTİRİR
İlk anlarda dikkatimi çekmese de, çok kısa süre sonra ilginç olayı yakaladım. Hemşerimiz, bir kaşık Fasulye, bir kaşık Pilavı ağzına koyduktan sonra, beraberinde getirdiği biberden yemeye başladı. Ama ne biçim yemek, ne biçim yemek! Bir iki defa kaçamak gözle baktım, bir seferde 6-7 adet biberi, sanki satışa yeni sunulan -Taze Badem Çağla- gibi götürüyordu. Acı olduğunu bildiğim Arnavut biberi, nasıl böyle yenir diye bakıp merak ederken, nutkum tutulmuş, bakıp kalmışım. Tabii sormadan edemedim! "Allahaşkına" diye başladım: "O kadar çok acı biberi nasıl yiyorsunuz, öyle?" diye sorduktan sonra, birde: "Maşallah"ı, yapıştırdım. Çünkü hem hayranlığımı, hem şaşkınlığımı ancak böyle ifade edebilecektim. Kıymetli hemşerim Ula yerel ağzı ile cevap verdi: "Ne acısı arkadeş, teze böber acı olmaz, al yi, bak!" diye ikramda bulundu. Hemşerim yerken, zaten çok canım çekmişti, ama Allah için söyleyeyim, çekmeyecek gibi değildi! O ara hemen, bir soru daha yönelttim, kıymetli hemşerime: "Acaba yıkanmış mıydı?" Cevabı ilginçti:
DESEE BE, YİSEE HUNU
"Desee be! Yisee hunu, yaşanıp durmasaa. Yiyipde yiiğcen bi dene böber. Evde yıkadım da, ööle getirdim. Marag etme yıkandı, yi." Kıymetli hemşerim bana örnek olmak için, yine 5-6 biberi aldı, "Ooh sefam olsun" dercesine götürdü, bende ona bakıp yemeye yeltendim, daha ilk biberi ısırıp çiğnemeye başlayınca! "Anam!!! Bu ne be?" deyip, ağzımın içinde yangının başladığını hissettim. Ağzım adeta orman gibi gürül gürül yanıyordu!!!
DİLİMİ YILAN DİLİ GİBİ
Dilimi, yılan dili gibi, bir aşağıya bir yukarıya hızlı biçimde üst dudağımın hemen ucuna değdirirken içime hava çekiyordum. Nedeni malumunuzdur! Yangını söndürmeye veya azaltmaya çalışıyordum! Gözlerimden yaş akıyor, adeta ateş çıkıyordu, saçlarımın dibi kaşınıyordu, kulaklarımda zonklama ile bir acayip olmuştum. Hemşerime içimden, bende Muğla ağzı ile: "Hay senin böber yimen kapansın be!" Dedikten sonra yine: "Bu ne biçim biber böyle hemşerim?" diye soru ile karışık mırıldandım. Yine o arada, dilimi ön dişlerimin iç kısmındaki dibine yapıştırıp içime ha bire hava çekiyordum ki, sanki hava girince içerdeki yangın sönüyordu. Hemşerim halimi görünce yerel ağızla sordu: "Le arkadeş, n'oluvedi, alt tarafı, bi dene böber yidin, elin yüzün ne olduda, gızardı? Bırak yime hunu be, sene dokundu bu, ben bi oturuşta 20-25 dene yiyon bişee oliman, sen n'oldun? Bırak hunu yime, eemme işe haa! Bu ne bööle yahu?" diye hayretini gizleyemedi.
METAL SÜRAHİLİ O ESKİ LOKANTALAR
O yıllarda lokanta masalarında metal sürahiler vardı, Yaz günü içindeki buzlu suyu tüketmek istercesine içtim. "Şükür ya rabbim! Dünya varmış" diye mırıldanırken, kıymetli hemşerim, o yumurta sepetindeki onca biberin yarısını yedi, vallahi "Bana mısın?" demedi.
BU NASIL SİNDİRİM SİSTEMİ BÖYLE?
Bu nasıl bir ağızdır, bu nasıl mide'dir, bu nasıl sindirim sistemidir, aklıma geldikçe şaşarım. Bu denli acı biber yemenin sonucunda: Mide ülseri, Reflü ve alerjik reaksiyon semptomları ortaya çıkabilir. Yüksek tansiyonlularda Kan basıncını arttırıp, ciddi durumlarla karşılaşılabilir! Ama hemşerimin Maşallahı vardı(!) Sofradan kalkmadan, lokantanın klasik tatlısı Kalburabastı'dan iki porsiyon istedim.
TATLI, ACIYI BİRAZ HAFİFLETTİ
Tatlımızı yerken, ağzımın acısı biraz hafiflemişti. Merakımı yenmek için aziz hemşerime: "Siz bu biberi her zaman yer misiniz?" diye sorunca: "Haa." diyerek yanıtladı ve bende: "Sizi tebrik ediyorum ve bravo diyorum. Ama merakımı bağışlayın!" deyince: "Buyur" diye yanıta yol açtı, soruyu yönelttim: "Bu kadar acı biber, sizi rahatsız etmiyor mu ve kaç yaşındasınız, Allahaşkına?" diye sorunca: "Arkadeş, bene bag! Böber beni ırahatsız edmez, böberi paklavı gadan severin. Yimedimmi bişeyi eesik yimişin gibi gelii, benim kafa böbernen sarımsagınnan çalışı, yimezsem heç bişeye aglım ermez. İşde uzman ırahatsız olurun. Sohreye oturdum mu, bi çanak böber, sininin üsdünü gonuu!" diye yanıtladı, ama yaşı konusunu -es- geçti, ya unuttu ya da söylemek istemedi. Tahminen 45-50 yaşlarında, göbekli, ensesinde 3-4 basamak katmanı olan ve oldukça tıknaz, bir kişiydi. Aradan 50 küsur yıl geçti. Hemşerime Tanrı, rahmetini esirgemesin. Ruhu şad olsun mekanı Cennettir inşallah.
CAM DAMACANA VE ŞİŞE SULARI
Kaç yıl oldu bilmiyorum, plastik damacana ve şişeleri içinde su tüketiyoruz. Hiç kimsenin "Gık'ı" çıkmıyordu. Öylesine alıştık ki, o yaz günlerindeki; çay bahçelerinde, kafelerde, restoranlarda, pastanelerde, kebapçı ve köftecilerde, velhasılıkelam akla gelen hemen her yerde, olanca hızı ile su tüketiliyordu. Kış günlerinde ise kapalı mekanlarla birlikte içilen suyun Türkiye genelinde, bu güne dek, yılda kaç milyar şişeye ulaştığının sayısı mutlaka bellidir!!! Ama sonunda -Plâstik şişelerdeki suların içinde, bakteri üreyebildiği ve kanser gibi tehlikeli hatta yanı sıra ölümcül bir hastalığa neden olduğu- iddiası kamuoyuna, çeşitli vasıtalarla duyuruldu. Bilginin resmi makamlarca kesinlik kazandırılmamasına rağmen, bu ciddi iddianın sonunda, öyle sanıyorum ki: plâstik şişe ve damacanaların insan sağlığı ve doğa kirliliği nedeniyle, cam şişe ve cam damacanaya dönüştürülerek servisinin bu şekilde zorunlu hale getirileceği, daha sağlıklı su satışları yapılacağı ve hatta yapılması gerektiğini, düşünüyorum.
YAZARIN DİĞER YAZILARI