BÖRÜLCE

           BÖRÜLCE

     COVID-19 VE DEPREM KORKUTUYOR. KONUYU BİRAZ DEĞİŞTİRELİM. YOKSA OYNATMAYA AZ KALDI.

 İnsanın, çok sevdiği yemeği tutku haline dönüştürmesi, çocukluğundan itibaren, sofrada önüne konulan aş'la başlıyor.(Aş'ı, yemeklerin geneli için kullandım.) Adını her zaman andığı ve her yerde tercih ettiği yiyeceğin tadı denilen his, aslında ağız ve burun boşluklarında bulunan birçok alıcının, yemeğin çeşitli özellikleri hakkında gönderdiği bilgilerin, beyindeki toplam lezzet hissidir. Hani bazen, herhangi bir yerde, yıllar önce veya bir süre önce yediğimiz nefis bir yemeği anımsadığımızda: ".yediğim o yemeğin tadı, hala damağımdadır!" deriz ya, işte o lezzet hissi, beyindeki kayıttır.

 "Gurme"nin eş anlamı "Tatbilir"dir. Yemeklerin, tatlıların ve içeceklerin tatlarını birbirinden ayırabilen, duyarlı damağı olan kişilere verilen addır. Ancak tatbilirlik; zeki, duyarlı, olgun, dengeli, zevkli insanlara mahsus bir özelliktir. Tatbilirliğin zenginlik ve yoksullukla bir ilgisi yoktur. Mükemmel bir yemek çok ucuza mal edilebildiği gibi, tatlara egemen olabilmek için gerekli olan sadece konuya ilişkin eğitim ve ilgidir.

 Takdir ederek alkışladığım, mesleğinin başarılı insanı, Ula Aşığı Şef Timur Kocabıçak'ın sunumu ile "Erişteli kuru Börülce" yemeğini bir süre önce sayfasında gördüm. Sude Erdoğan isimli bir hanım paylaşmış. Mübarek yemeği görür görmez canım bir çekti, bir çekti ki, sormayın.(Biraz aç gözlü müyüm, bilmiyorum) Hemen masadan kalktım, eşim oturma odasında bilmece çözüyordu: "Gel bak, ne göstereceğim" deyip bilgisayardan yemeğin fotoğrafını gösterdim. Tamamını okudu: "Biz hiç makarna katkılı kuru börülce yapıp yemedik. Ama istersen ara sıra yaptığım gibi sade börülce(Biz kuru börülce yemeğini, ekşili/sarımsaklı yaparak yiyoruz) yapıvereyim, dedikten sonra "Çok mu canın çekti?" Diye sordu, "Mümkünse hemen yarın aynısından" dedim. "Olmaz" dedi. Artan yemeklerin bitirilmesi gerektiğini hatırlatıp, "Kalan yemekler bittikten sonra yaparım." Cevabında anlaştık.(Hanım her şeyde zararı hesaplar, zarar azaltılınca kâr çoğalırmış. Köken Akseki olunca)

 Şimdi, gelin birlikte kısa süreliğine, 1950'lili yıllara şöyle bir dolaşıp gelelim. Çocukluğumuzda anneler elimizden tutar; hısım/akraba tanıdık/bildik veya konu/komşu düğününe götürürdü. Eski kız düğünleri, defalarca yazıldı. O bölümleri geçip, düğünlerdeki klasik oyunları anımsatmak istedim: (Harmandalı-Sürmelim-Alıverin Barutumu Saçmamı- Yandım Ayşe'm ve diğerleri. Kaynak kişi/İsmet Kavanoz)

 Avuç içi kadar düğün meydanı, aynı sokaktaki komşulardan birinin "Hayat"ıdır ki, düğün töreni orada gerçekleştirilirdi. Sandalye dizilişinden ve düğüne yeni gelenin: "Aman ben ön taraf da oturen!" İsteği nedeniyle meydan, Muğla ağzı ile: "Daralı darala, bıgırık Gadef sinisi gadan" kalırdı.

 Bazı oğlan anaları, düğüne biraz geç gelirdi ki, en önde oturup bekâr oğluna kız beğensin! Bu nedenle sandalyesinin, öne konulmasını ister, bundan ötürüde genç kızlar avuç içi kadar yerde oynamakta sıkıntı çekerdi. Düğün harmandalı ile başlar ve durmaksızın diğer aynı tarz melodilerle devam ederdi. Evlenecek genç kız adayları; bekâr oğluna kız arayan analar için, usturuplu ve arz-ı endam ederek oynamasının özel anlamı vardı, çünkü: Müstakbel kaim valide, kızın; giydiğini yakıştırıp yakıştıramadığını, elinin ayağının düzgünlüğünü, kilosunu, hanım hanımcık oynamayı becerip beceremediğini yakından izleyip değerlendirebilsin. (Bu, günümüz moda podyumlarındaki işlevin benzeriydi. Mankenler sadece kıyafet sergilerken, düğünlerdeki genç kızlar, bir bakıma hem kıyafet ve hem de güzelliği ile becerisini gösterirdi.)

 Günümüzdeki gibi, o yıllarda salonlar veya park/pist'ler yoktu. Örneğin: Kız, içindeki coşkuyla, yeteneğimi görsünler diye, Muğla ağzı ile biraz "Kıpırak" (Dansöz gibi) oynarsa, düğünden sonra eve döndüklerinde anası, Muğla ağzı ile: "Tüh! Cibileyeti bozuk, gökdinni cavırın gızı! Nam ettin gari, hede!.. Yarın, adın: "Köçek" deye çıksında, gör bakam nahaloluyoru?.. Gız! Ortu yerde naha oynadın ööle? Utanmek yokmudu sende? Nerledee öğrendin, ööle oynumeye?.. Bubam duyasa ne oluu demedin mi, a cavır gılıksız?.. Yo/ooo, hedi gızım, sen gudurmuşun!" diye uzun süre azarlar, kızı da, sessizliğini bozup bir süre sonra cevap verirdi: "Aboo! Yete gari! U ne ga? Gızıl horaz gibi ne ötüpdurun ugudan?.. Düğünü kapansın, hede! Burnumdan getirdin!.. Eyee, bundan soona, düğün nafı ede de, hööle kapıdan bi adım atasam şert oosun!" Der, tartışmayı bitirirdi.

 Düğündeki müzik, genç kızın kıvrak oyunundan sonra hızlandırılır, kızlar yeni melodilerle biraz kurtlarını döker, düğünde olduklarını hissederler. Üstteki paragraf da, Börülceden söz edilince, o zamanın düğünlerinde çalınıp oynanan: "Bahçalarda börülce/Oynar gelin görümce/Oynasınlar bakalım/Bir araya gelince" Diye başlayan türkü aklıma geldi. Yazının ana teması Börülce olunca, yemek ile oyununu bir araya getirmekte beis görmedim.

 Yaz aylarındaki öğle yemeklerinde: Taze, Z/Yağlı Börülceyi çok severim. Ara sıra teltorlusunu da, yerim. Taze Bamya, (Yaz günü olsa da, kuşbaşı oğlak etlisi oldukça, nefistir.) Bu arada şehrimize özgü, yemeklerden biride, (Yağlı Badılcan!) dır.(Zevkle yerim) Aynı yemek, kim bilir başka yerlerde hangi kimlikle yeniliyor? Altı üstü patlıcan, ama 40 türlü yemeği yapılır. Yeter mi? Hayır! Salamurası, salatası, turşusu, ezmesi de, ayrı lezzet. Ayrıca besteli de, var. Taze Fasulye ve Biber/Patlıcan kızartması veya cacık, domatesli pirinç ve bulgur pilavı yaz günleri, genellikle yediğim lezzetlerdir. Bunlardan hangisini tüketirsem tüketeyim, üzerine, bir süre sonra, sade dondurma yemek bende harika bir hoşnutluk duygusu oluşturur.

 

 

 

 

  

YAZARIN DİĞER YAZILARI