DEVE GİBİ DOĞRU TARAFIMIZ KALMADI MI GAARİ?


 

          DEVE GİBİ DOĞRU TARAFIMIZ KALMADI MI GAARİ?

 

 

Uzun zaman önce; Radyo Televizyon Üst Kuruluna "Hey On/beşli On/beşli" Türküsünün bir ağıt olduğu, ancak bu türkünün müziği ile düğünlerde göbek atılıp oynandığı, köşemizden hatırlatılmış ve kuruluşun dikkatine arz edilmişti. Yanı sıra Burdur yöresinin, anonim oyun havası "Topal" isimli türkünün de, engelli yurttaşları aşağılayıcı ve alay edici tarzı ile toplumda küçük düşürülmelerine neden olduğu, düğünlerde gülüp eğlenmek için engellinin taklidinin yapıldığı, yapılan taklidin kahkahalarla gülünüp alkışlandığı (Neye gülüp neyi alkışlayacağımızı ayırt edemiyor, değerlendirmesini de yapamıyoruz. Aynı yurdun yurttaşıyız, tasamız, sevincimiz bir. Aynı havayı soluyoruz, sabah Güneş'e birlikte gülümsüyoruz, tutulan Ay'ı birlikte izliyoruz. Ama şu bir gerçek ki, birbirimizi pek sevmiyoruz!) ancak insanı, insan olarak sevmesini becerebilenleri tenzih ederim.

 

Her iki türkü için ayıplanan görüntülerin önlenmesi, ilgililere  duyurulmuş sonuçta; yaptırım gücüne muktedir makamlar konuyu dikkate almış, türkülerin gerçek anlamı ve duygusallığı ile dinlenilmesi ve utandıran görüntülerin ortadan kaldırılmasını gerçekleştirmiştir.

 

Pek çok türküyü severek, bu arada "Babuba" adlı sevda türküsünü de beğenerek dinlerim. Çünkü "Türk'üz, türkü çığırırız" Her türküde olduğu gibi, bu türkünün de hikâyesi var. Hikâye şöyle: "Yunanistan'la aramızdaki sınır, bilindiği üzere Meriç nehri ile belirlenmiştir. Nehrin bir yakası Yunan toprağı, diğer tarafı Türk toprağıdır. Edirne'deki köylerden birinde, Eyüp adında bir genç, köyün ağasının kızına âşık olur. Ancak Eyüp fakir olduğu için bu ilişki ağaya ters gelmiş ve kızını karşı yakadaki köylerden birinin ağasının oğluna vermiştir. (O köyde, yaşayanlarında Türk olduğu hatırlatılır) Böylece Eyüp ortada kalakalmış, aşkından mecnuna dönmüş, saçı sakalına karışmıştır. Türkünün aslı feryattır!"(Alıntı)

 

Türkü ismi "Babuba" Trakya'da "Be baba" Demektir. Örneğin: "Şu halime bak, be baba!" Gibi. "Babuba"da yerel ağızdaki telaffuzudur. Türkü: Hüseyin Yıldıray Duman tarafından kaleme alınmıştır ve sözleri şöyledir:

 

"Sevdiğim iki gözüm ellere yar oldu babuba,

Kara tren aramıza, kara duman ektide,

Göz göre göre yazık oldu Eyüp'e,

Buraları sevemedim, gönül orada,

Yanıyorum, tuz biber yarada,

Deli gönül eremedi, eyvah murada,

Ölüyorum tuz biber yarada,

Gözlerimin karesi, kırmızı nar oldu babuba,

Meriç azgın suyu aramıza girdi de,

Göz göre göre yazık oldu Eyüp'e" Diye devam eder.

 

Geçen hafta içinde bu türküyü, videodan: "Yayıncılıkta Türk Müziği Sempozyumu Özel Konseri"nde TRT korosundan dinleyip, izledim. Ancak bazı bayan koristlerin türküyü hareketli oyun havası gibi gülerek okumaları; türkünün duygusallığını, Eyüp'ün hüznünü ve feryadını yüzlerine yansıtamaması, hoş olmamış ve bir eksiklik olarak, görülmüştür. Diler ve isterim ki; ağıtların ve sevda türkülerinin duygusallığı ile hareketli eserlerdeki neşenin yüze yansıyan tebessüm ifadesi ile okunmasına özen gösterilmesi, sevindirici olacaktır.  

 

Şimdi başka bir konuya, sokak röportajlarına göz atalım. Bazı özel kanallar, güncel konular hakkında, yurttaşa mikrofon uzatarak gündemdeki sorunlar için ne düşündüğünü soruyor! Yurttaş; düşünebildiği, bilebildiği ve kurmayı becerebildiği cümlelerle durumu yorumlarken, diğerleri merak saikı ile çevrede toplanıyor.

 

Yurttaş önce bir süre dinliyor ve röportaj yapılan kişi sözünü bitirmeden, atlıyor! "Bi dakka yanlışsın. Aslında o şey öyle değil şöyle." diye anlatmaya başlıyor ki, mikrofonda doğal olarak kendisine dönüyor. Bu arada sözü kesilen yurttaş: "Esas sen yanlışsın. Hem konuyu bilmiyorsun, hem de bilir bilmez boş konuşuyorsun!" Diye müdahale edince, üçüncü şahıs hemen araya girip: "Niye? Arkadaş haklı doğru söylüyor, sen yanlışsın!" diyerek iki kişiyi saf dışı edip, mikrofona kendi konuşmaya başlıyor ve sokak röportajları böyle devam edip gidiyor. İşte sıra ile konuşan toplum. Ne konuşma ama(!)

 

Tartışma kültürümüz de, diğerleri gibi gelişmemiş. Gerek salon toplantılarında, gerek ayaküstü sohbetlerde ve gerekse kahvelerde yapılan tartışmalar önce sakin, sonra ateşin harlaması,  sonunda işin şirazesinden çıkması ile ambulanslar yaralı taşıyor. Hâlbuki fevkaladenin fevkinde medeniyiz, neden böyle olaylar yaşanıyor, bir türlü anlaşılmıyor(!) Gücü yetenler, tartıştığı kişileri anasından doğduğuna pişman edip, kahraman oluyor ve kazandırıyor(!)  

 

Bizim gibi toplumlarda, törpülenmedikçe insan olmak, zor. İstanbul'a taşındığımızda, taşrada alışık olduğum sokak selamlaşmasını İstanbul'da da, sürdürmek istedim. İlk günün, sabahı evden çıkıp yürürken, rastladığım ilk şahsa "Günaydın" dedim. Durdu: "Ne var?" Diye sordu. Şaşkına döndüm! Gayriihtiyari "Pardon! Ne oldu beyefendi? Günaydın dedim, bir yanlışlık mı var?" Deyince, iki/üç saniye yüzüme bakıp:(Şuna bir ders vereyim bari!) Der gibi kısa süre  düşündüğünü varsayıyorum. Ama sonra çekip gitti. Bende arkasından bakakaldım. O arada, kendi kendime: "Allahallah, farkına varmadığım, yanlış bir şey mi söyledim acaba? Neden öyle tepki gösterdi anlayamadım!" Diye, mırıldanarak yürürken, İstanbul'un o ilk sabahında, bir düşüncedir aldı beni. Hey be Tanrı'm! Deve gibi, doğru tarafımız kalmadı mı, gaari?

 

 

 

    

YAZARIN DİĞER YAZILARI