DEVLET TEPEDEN DAHA İYİ GÖRÜYORDUR

DEVLET TEPEDEN DAHA İYİ GÖRÜYORDUR 

İnsanoğlu yaşlandıkça eskileri anımsıyor! Hani, müflis tüccarın eski defterleri karıştırdığı gibi. Uzun zamandır düşünüyordum ama her seferinde, hadi sonra deyip, geçiştiriyordum. Konu sokakta oynanan bir çocuk oyunu! Herkesin bildiği ve oynadığı "Çelik çomak" Ama ben hiç oynamadım. Çünkü öyle oyunları beceremezdim. Benim yaptığım sadece oynayanları ve oyundan kaynaklanan tartışmaları seyretmekti. Çocuklar oynarken, oyunla ilgili bir şey söylerdi! Sanki bir kural gibi, ama kural değildi. Hani; futbolda, basketbolda, voleyboldaki kurallar gibi bir şey değildi. Spor karşılaşmalarında, hakemlerin düdük çalıp, hata yapanı uyardıkları gibi, çocuklarda o söyledikleri ile birbirlerini uyarmayı mı amaçlardı, yoksa oyunu oynamanın usul ve yöntemi öylemiydi, bilmiyorum.

Çocuklar aralarında hakem seçip, yanlışları görsün ve oyuna müdahale edip uyarsın diye bir usulleri yoktu. Yani, düdükle dikkatlerinin çekilmesi söz konusu değildi. Oyun oynanırken, şunu söylerlerdi: "Yanko, kıttak yalımak!" Ne demekti, anonim bir cümlemiydi, Türkçe meali neydi, neden böyle denirdi, söylenince ne olur, söylenilmezse ne olurdu? Bana göre aslında uydurma bir şeydi. Ama ne olduğunu çok merak ediyordum. Yıl: 1953-1954

O günden bu güne, söyleneni merak etmeyi sürdürdüm. O söylenen 3/5 gün önce ve tam öyle yemeğinde aklıma geldi. Yemekten kalkar kalkmaz, baktım karşıma şu sonuç çıktı: "Yanko" Bir isim, kökeni:(İbranice) anlamı: (Tanrı merhametlidir) "Kıttak" sözcüğünün karşılığı bulunmadı. "Yalımak" sözcüğü ise: "Reçine" ve dil kökeni:(İtalyanca) idi. İçimden: "Allahallaaah, bu ne şimdi? Çocuklar bu cümleyi, çelik çomak oynarken ikide bir neden, söylerdi acaba? Diye kalakaldım.

En büyüğü 15-16 yaşındaki çocuklar, bazı sokakların arasındaki toprak zeminde bağrış çığrış oynardı, bu oyunu. Toprak zemin dedim, çünkü sokaklar günümüzdeki gibi beton veya paket taş değil, çoğu Arnavut döşeme idi. Merakımı, dürtükleyen ve bu üç sözcükten oluşan cümle, neyi ifade ediyordu ve neden söyleniyordu?

Merakım daha da depreşti! Anlamını bilmedikleri cümleyi, çocuklar neden söylüyordu? Çünkü o zamanın çocukları bu sözcükleri yan yana getirip, ne bir cümle kurabilir, ne anlamını bilebilir ve nede akıllarından uydurabilirdi. Söyledikleri cümlenin sadece oynadıkları oyunla ilgili olduğunu, kendilerini de bu hususun ilgilendirdiğini, bunun dışında başka bir şey bilmedikleri kesindi.

Bağır çığır halleri ile bazen horozlanır ve birbirlerini gagalamak isterler, araya girenler yatıştırırdı. Ama itişme kakışma eksik olmazdı. O yıllarda, kütüphaneye gidip, araştırmak öğrenmek gibi gaileleri yoktu. Hele o söylenen cümleyi büyükler hiç ilgilenmezdi, oyun sırasında söylenen bir söz dizisi kimseyi alakadar etmezdi. Her şey öğrenilmişte, kala kala çocukların oyun sırasında söylediği o cümle mi kalmıştı, öğrenilecek!  

Birisi çıkar: "Ne var bunda, uydurma şeyler, birileri böyle uydurmuş söylemiş" Diyebilir. Ancak bunu söylemek için o yıllarda, sokaktaki çocukların böyle şeyleri bilmesi, uydurması mümkün değildi. Çocukların hepside sözcüklerin anlamından bihaberdi. Ama ezbere söyleyebiliyorlardı, hatta bu cümleyi, oyunun bir kuralı gibi algılıyorlardı, belki.

İşte bu noktada, aklıma gelen şu oldu: O yıllarda bu gibi şeyler acaba bir misyoner çalışması mıydı? Öylesine bir düşünce gelişti kafamda! Ve hedef kitle, sokak çocuklar mıydı? Diye geçirdim içimden! Neyse. Girizgâh burada bitti.

Birkaç yıl önce İsrail Dışişleri Bakanlığı, bir konu için Türk Büyükelçisini, Dışişleri Bakanlığına davet edip, oturması için seçilen ve düzenlenen yerin Diplomaside ne anlama geldiğini, böyle bir vesileyle öğrendik! Olay basına intikal edip durum ortaya çıkmasaydı ve açıklama yapılmasaydı, o ince ayrıntının skandal nicelikte olduğunu bilmeyecektik. Avrupa Birliğinden gelen konukların, Cumhurbaşkanlığınca kabulü sırasında, Ursula Vonder Leyen'in ayakta kalması, oturma düzeninin karşı taraftan gelen isteme istinaden düzenlenmesine rağmen, bir protokol sorununa dönüşünce, İsrail'deki konu ile bir ilgisi olmamasına karşın, Telaviv Büyükelçimizin durumu aklıma geldi. O an diplomasinin ince ayarlı kuralları ile; uluslar arası görüşmeleri, anlaşmaları, ele alınan konularda, sorun yaşanmadan sonuca varılmasını, genç kızlarımızın el emeği ile yaptığı iğne oyasına benzettim!

Gezegendeki büyük sorun COVIT-19, bizi her gün tasalandırıyor. Vaka sayısını, sorumlu yurttaş olarak elimizden geldiği, gücümüzün yettiği kadar, yukarılara tırmandırdık(!) Artık yeter çektiğimiz! İşin tadı tam kaçmadan, durumun sıkı bir şekilde kontrol altına alınması zorunluluğun ötesine geçti. Yoksa durum olağanüstü hal alacak, altından kalkması güçleşecek, büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalacağız!

Vakanın kaynağı İstanbul, tüm ülkeye COVIT-19 gönderiyor. Değişime uğrayan virüsün hakkından gelinemez oldu. Halk evine kapanmalı ki, canını kurtarsın. Devlet uygun bulduğu tedbirleri almakta artık gecikmemelidir. Cumartesi günü İstiklal Caddesi, parklar ve diğer alanlar normal yaşama dönülmüş gibi, insan kaynıyordu. Bu kadar mı vurdumduymaz olunur, bu kadar mı adamsendeci olunur, yazık! Şimdi Ramazan süresince evde otur da, gör ananın örekesini! Kurallara uymazsan sonunda, eve kapanır, sabahtan akşama kadar Hindi gibi düşün. İnsanın kendi kendini ettiğini, kimse etmiyor.    

Sorumsuz yurttaş durumun inceliğinin farkına varamadı. Vahameti hatırlatmak Devlete düşüyor. E, artık sizde elinizden geleni esirgemeyin artık! 10 günlük kapanma yeterli olacaksa bile, gecikildiğinden; 15 ve hatta 30 günlük kapanmanın zorunlu hale dönüştüğü görülüyor, Devlet tepede olduğu için durumu daha iyi görüyordur.

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI