ESKİYE RAĞBET OLSA BİTPAZARINA NUR YAĞARDI
Üç hafta evvel il dışına çıkarken, Yatağan battı çıktı'dan geçip şehirlerarası karayoluna doğru tırmanışa geçtiğimizden kısa süre sonra, yolun sağ tarafına park edilen araçlardan inen; birerli/ikişerli, kadınlı/erkekli yurttaşın, Orman İşletmesinin tomruk depolama alanına doğru yürüdüğünü gördüm. Hemen bitişikte de, yeni bir hastane inşaatı sürdürülmekteydi. "Herhalde Sağlık Bakanı geldi, hastane açılışı yapılacak" diye düşündüm. Güvenlik kurallarına uymadan, indikleri aracın sağ tarafına geçmeden, canlarını hiçe sayarak ve olası bir kazayı göz ardı ederek, trafikte yürüyüşe geçmeleri, insanımıza yakışan bir davranıştı(!) Vurdumduymaz, adam sende, boş ver bir şey olmazcı halleri çok dikkat çekiciydi. Muhabbet ederek, sanki kaldırımda yürüyorlardı.
Bizde tedbir almak; ya, yumurta kapıya gelince veya semer devrilince gerçekleştiriliyor. Önden tedbir almak herhalde, lüzumsuz görülüyor ki: ".canım, evvela olayı bir görelim, sonra uygun bir tedbir alırız. Durup dururken ne tedbiri alacağız? Tedbir almanın da, bir gerekçesi olmalı. Ortada fol yok, yumurta yok. Akla geldikçe ve durduk yerde tedbir alınırsa, sonunda memleket tedbirden geçilmez! O da bize yakışmaz. Onun için, önce olay sonra tedbir." Diye düşünülüyor herhalde? Ancak kahraman bir millet olmamız ve hiçbir şeyden korkmamamız bunun nedeni olmalı sanırım. Bu arada yolculuğumuz sürüyordu.
Nihayet kısa süreli tırmanıştan sonra, tepe noktasına ulaşınca, sağ tarafımızdaki depolama alanında binlerce tomruk. Tomrukların arasında küçük meydanımsı boşlukta, büllüm büllüm Develer(Muğla yerli halkının, deve yürüyüşü için yakıştırdığı deyiş.) hiçbir şeyden habersiz ürkek ürkek çevreye bakıyordu. Alandaki kalabalığın gerekçesi belli ki, develeri güreştireceklerdi. Bu arada mobil satıcılar; köfteciler, mangalcılar ve diğerleri hazırlıkları ile meşguldü. Bu fotoğrafla; pikniği, güreşmeyi, dövüşmeyi ve dövüştürmeyi(Sokak ağzı ile) o biçim seven millet olduğumuz teyit ediliyordu. Bu noktada, aklıma geçmişten bir anı geldi.
Turgut Reis Lisesinin 1960'lı yıllarında Nevzat Nami Aygüven isimli Edebiyat öğretmenimiz vardı. (Facebook sayfamın kapak fotoğrafında görülen topluluğun en üst sırasında, soldan 4ncü kişi.) Öğretmenimizi rahmetle anıyorum. Ve sonra tiyatro kumpanyası gibi geçen o yılları, gösterim gezilerini anımsayarak, hayatta olan TRL.'li güzel arkadaşlarımı tebessümle selamlıyorum. Bu öğretmenimiz bizatihi, Pazar günleri; şimdi orduevi olan, ama ondan önceki yıllarda Halk Eğitim binası olarak hizmet veren ve sahnesinde, her Pazar yetenekli öğrenci ve halktan kişilerle, edebiyat ve sanat gösterileri yapan bir eğitimci idi. Mekân da, kültür merkezi gibiydi. (Münazaralar, şiirler, tiyatro, skeçler, fıkralar, parodiler ve müzik.) Şimdi TV ve bilgisayar çağında olmamız nedeniyle bu gibi canlı etkinlik yapılmıyor, yapılsa da ilgi görmüyor.
Ancak yurttaşın; hayvan güreşlerine ilgisinin azalmadığı aksine akın halinde gittiği dikkate alındığında, yerel yönetimler: "Eskiye rağbet olsa, bitpazarına nur yağardı" demeyi akıllarından geçirmeden, varsa bünyesindeki sanat birimleri ile o tür programlar yapabilmeli. Yaparsa bravo deyip alkışlarım. Bakınız! Organizatörler hayvanları güreştiriyor, yurttaşta defalarca seyretmesine rağmen ilk kez seyredecekmiş gibi koşuşturuyor. O nedenle yurttaşın ilgileneceği ve görev alacağı sosyal/kültürel içerikli programlar denenirse, sanırım hayvan güreşini seyretmekten daha yararlı olur.
Ben, hayvan güreşlerini seyredenlerin aldığı zevkten mahrum bir kişiyim. Çünkü tat alamıyorum, hayvanların birbirini alt etmek için yaptıkları mücadele doğal halleri, o nedenle anlamsız geliyor. Ve ayrıca çok yaban. Bu arada otobüs yokuş aşağı inerken, 1Km. mesafe içinde yine yüzlerce park etmiş ve etmekte olan otomobil, otomobillerden inen kadınlı erkekli yurttaş, tedbirsizce aracın hem sağından hem solundan, tomrukların arasındaki güreş meydanına doğru tırmanarak yürüyüşleri akıllara zarardı.
Günün sonucu: İnsanımız, develerin mücadelesini seyredecek; develerden biri meydandan kaçacak, diğeri ağzını köpürterek galip gelecek ve taraftarları bu sonuçtan mutlu olacak. "Yaşasın" diyecek, "El çırpacak ve sevinecektir." Sonra şehir merkezindeki evine ve çıktığı kahveye dönecek. Üç/Beş gün, içinde Deve olan sohbetlere katılacak. O da bitecek; Deve bir yana, geçim bir yana deyip, yeniden başlayan yaşam gailesi içine dalacak. Ve bir yıl sonra, tekrar içindeki yenme/yenilme dürtüsünden ötürü, bir başka çayıra gidecek(!) Neyse ki, insanımız; İspanyollar gibi bir boğanın vahşice öldürülüşünü izlemiyor!