GİDECEK BAŞKA BİR YERİMİZ YOK
1950'lili ve sonraki yıllarda devlet kurumlarındaki yaz mesaisi, sabah: 07.00 de başlar, 14.00'de biterdi.(Bu arada, esnafta işyerlerini saat: 12.00/13.00 arası zorunlu kapatırdı.) Bende sabahları kalkar, babamla çarşıya çıkıp, o arada alınanları eve getirirdim. Yerli esnaf:(Ayakkabıcısı, terzisi, berberi ve diğerleri) dükkânı çoktan açmış olur, yaylada yetiştirdikleri sebzelerden bazılarını, satılmak üzere mekânın önüne koyardı. Oralardan alınan taze sebze ve eğer gerekliyse kasaptan alınan et, benim gibi sabah babası ile çıkan çocuklar tarafından eve götürülür, yemekte saat: 14.00'e hazır edilirdi. Yaşamda aynı minvalde ve asude şekilde sürer giderdi. Hayat işte buydu!
70 yıl önce bir yaz sabahında, herhangi bir işyerine girdiğiniz de, önce ama mutlaka: "Selâmünaleyküm, hayırlı işler." Denir, esnaftan alacağınız karşılık, "Amin" olurdu. Okullar kapanıp Yaz tatili başladığında, bazı aileler çocuğun, sokaklarda koşturup oynamasını istemez, bunun yerine(Yaşamı öğrensin diye ) çıraklık yapmak üzere bir iş yerine gönderirdi. Ama ondan önce, sabah erkenden Kur'an kursuna yönlendirir(Hiç olmazsa, ölünce başımda bir Fatiha okusun diye düşünürdü.) Böyle bir kurs zorunlu olmamakla birlikte, toplumsal anlayışa uyum gösterilerek, aileler erkek veya kız çocuklarını kursa gönderirdi ki, 1950 yılının ilkyaz tatilinde, kursa ve oradan bir saat sonra, çıraklık mesaisine başlayanlardan biride bendim.
Kurs, ama ne kurs!19'lu yaşlardaki genç tıfıl hoca adayının elinde bir değnek, sureyi kendi gibi okuyamazsanız, aç avucunu. Biz, her şeyi kendimize benzettiğimizden, o yıllardaki din kurslarında, diğer çocukların önünde; onur kırıcı şekilde azarlanmak, tokatlanmak, kulağınızın çekilmesi, ve yüksek sesle hitap edilmek olağan sayılırdı. Önemli olan korku ile disiplin sağlamaktı. Kabir sorgu melekleri ve azabı ile Cehennem ateşinde yanmak gibi, ürkütücü öğretiler çocuğun ruh halini bozduğundan, kursa korku ile gider, sureyi ezberler, fakat Türkçe anlamını öğretmezlerdi.
Okulda, günaydın/tünaydın demeyi öğreniyorduk ve bunu telaffuz etmeyi kolayca alışıyorduk. "Günaydın" bildiğiniz gibi, gününüz aydın olsun demekti. Fransızca Bonjur'dan çeviri yoluyla alınmış, sabah vakti selamlaşma sırasında söylenirdi. "Tünaydın" ise 1900 yıllarda, öğleden sonra, Güneş'in inişe geçtiği zaman dilimindeki saatler için, selamlaşma anındaki telaffuz edilen sözcüktü.
Yaşımız büyüdükçe, insanların tokalaşarak karşılıklı selamlaştıklarını gördük ve bunu hafızaya kaydettik. Sonraki yıllarda, tanışma seremonisindeki tokalaşmanın, bir dostluğun başlamasındaki ilk adım gibi anladık. Zaman geçtikçe, tokalaşma ile samimiyet, dostluk ve içtenliğin her türlü kötülüğü galebe çaldığını ve sıcak dostluklar kurulabildiğinin, önemini belirledik. Yanakların birbirine yaklaştırılması sonucu gerçekleşen ten teması ise, bu samimi dostluğun, sevginin ve saygının bağı olduğu bilincine eriştik. Gördüklerimiz, öğrendiklerimiz ve şekil şartlarını uygulayarak, güzel dostluklar kurmayı başardık.
On/onbeş yıl önce başlayan tokalaşma mesafesindeki selamlaşma şekli, şakak üstü noktaların birbirine değdirme gerçekleşirken, görüntüsü tuhaf bir fotoğraf oluşturuyordu. Mart/2020'de COVIT-19 ile bir an'da, başka bir selamlaşma şekli ortaya çıktı. Çok uzun yıllar, genel kabul gören, tokalaşma hali zorunlu olarak terk edilince, yerine yumrukların karşılıklı ve yavaş şekilde çakışması, bulaş önleyici selamlaşma yöntemi olarak, uygulanmaya başlandı!
Bir diğeri ise; Amerikalılar gibi sağ elin, göğsün sol üstüne konularak selamlanılması, merhaba demenin bir başka haliydi! Ancak Avrupa ve Amerika'da, Devleti yönetenler veya daha doğru bir ifade ile selamın dirsek/kol teması ile uygulama şekli, diplomatik dilde birlik ve beraberlik anlamı taşıyacağını ve böyle yorumlanacağı düşünülerek, kendilerine özgü, bu teması seçtiklerini düşünüyorum. "Her an yan yana!" Dercesine.
Böyle küresel vahim bir olay hiç aklımıza gelmemiş, bir santimetre yakınından bile geçmemişti! Dünyada böyle bir salgın olacağını, varsa bilen kişiler dışında, kimin aklına gelirdi? Örneğin: 1970' li yıllarda devamlı okuduğum bir ulusal gazete, Nasa'nın: ".bu durumda 30-35 yıl sonra Türkiye'de kuraklık yaşanacak" haberini birinci sayfasına koymuş, harita üzerinde Orta Anadolu'yu işaretlemişti. O yıllarda, 30-35 yıl sonra gerçekleşecek böyle bir olayın haberini ilgililer dışında, kaç yurttaş okuyup endişelenmiştir?
Bilime inanmama ve bu durumu NASA'nın belirleyebileceğini tahmin etmeme karşın, duygusal bir düşünce sonucu haberi kabullenemedim! Belirtilen tarihten epey zaman sonra, o kuraklık şimdi ciddi bir tehlike olarak kendini hissettirmeye başladı. Devlet bunun için yer altı barajları yapmayı planlıyormuş. Olur mu? Olursa nasıl olur? Depolanan su, ne kadar, nereye ve kime yeter? Bilmiyorum!
Bu tür olayların sorumlusu her zaman insandır! Bir atasözümüz vardır. "İnsan ne ekerse onu biçer" Diye! Ülkeler; Atmosferi kirletti, ozon tabakasını deldi, yıllardır ormanlar yanıyor ve yanı sıra doğa durmadan tahrip ediliyor, Denizler çöplük haline dönüştü.
Nükleer bombalar ve balistik füzeler hazır. Küçük bir yanlışlığın, gezegeni Cehenneme çevirmesi işten bile değil. Bu korkunç kitle imha silahlarının ateşlendiğini düşünün! Aynı gezegen üzerinde yaşıyoruz! Bir nükleer savaş, gezegeni yörüngeden çıkarmaz belki, ama sonuçları? Japonya'ya atom bombası atıldı, binlerce Japon öldü. Hala o alanda ot yetişmiyor. Atom bombası, atanlara ne kazandırdı?
Gezegende mevsimler ilgi çekici hal aldı. Yağmur zamanında yağmaz oldu, Kar ne zaman yağacak diye beklerken, aşırı kar yağış geldi. Yollar her yıl temizlenmekte zorlanıyor. Bundan böyle Yaz ve Kış şartları, belki daha da ağırlaşacak. Hep düşünürüm; Doğu Anadolu illeri, birbirine tünel yollarla bağlansa acaba, bir sorun halledilmiş olur mu? Yer altına baraj yapıldığına göre! Yer altı suları, her yere çakılan artezyenler marifetiyle çekildi.
Ülkeler görünen durumda ne gibi tedbirler almalıdır, ne gibi sorumluluklar paylaşmalıdır? Doğanın mevcut durumunu nasıl korumalıdır ve bu konuda nasıl bir düşünce geliştirmelidir? Dünya kamuoyunun bunu merak ettiğini düşünüyorum. Bakın! Bir an'da nelerle karşılaştık? Bir virüs; sosyal yaşamı, eğitimi, seyahatleri, ekonomiyi ve hatta selamlaşmayı bile kontrol altına aldı. Başka nelerle karşılaşacağımızı bilmiyoruz!
Dünya ısınıyor, buzullar eriyor! Doğanın sürprizleri ile karşılaşmanın çok ciddi sonuçları olduğunu artık herkes biliyor. Hala kurallara uymadan, sorumsuzca ve adamsendeci tarzda yaşadığımız bir gerçek. (Sorumluluklarını bilen yurttaşları kastetmiyorum.) Önemli olan bundan sonraki özel bir durum için nasıl yurttaşlık sorumluluğu yükleneceğimizi, düşünüyorum. Doğayı nasıl koruyacağımızı, sularımızı nasıl koruyup kullanacağımızı! Merak ediyorum. Çünkü en güzel yuva insanın evi, en mükemmel yurt insanın ülkesi! Gidecek başka bir yerimiz yok!