GURU MEŞE/DIRLAVAN/ HACIARAPLAR/KÖK VE ÇARDAK
6 yaşlarımda iken, yani 72 yıl evvel Muğla şehir merkezi, fiziki olarak bugünkü görüntüsünü yansıtmıyordu. Çünkü değişiklikler yapılıyor, bazı güzellikler yok ediliyor, ama yerine yenileri konuluyordu. Yok, edilişin yanlışı, yerine ikame edilen görüldüğünde daha iyi anlaşılıyordu! İlk bakışta önce eleştiriliyor, ağız burun kıvrılıyor, ama üç gün sonra alışılıyordu. (Hani politikacılar der ya: "Üç gün sonra alışırlar!" Aynen öyle oluyordu.)
Sonunda; gidenin geri gelmeyeceğinden ve de bir daha dönüşü olmayacağından, hüznü içimize atar, yinede beğenmiş gibi davranırdık. Çünkü ayni şehirde yaşıyor, her gün yüz yüze bakıyorduk. Herhangi bir yerde politikacılarımızla karşılaşırsak, yapılanı desteklemiş gibi görünür, "Çok güzel oldu, şehrimiz için hayırlı olsun" demeyi de, ihmal etmezdik. Böylece siyasetçiye: yanlış yaptın demezdik(!) Bu da, Türk seçmeninin özelliklerinden biriydi. Çünkü insanımız; ne şiş'i, ne kebabı yakar, ama gönül almayı içten olmasa da, pek sever ve pek becerir!(Halk tanımı ile yağlama yıkama işlemi) Eleştiriler doğrudan yüze, açık seçik yapılmaz, ama arkasından da, verilir veriştirilir, akla ne gelirse söylenir.
O yıllardaki yaşamımızda, hüzünlendiğimiz günler de vardı, sevindiğimiz günlerde. Şehrimiz ahalisi kendi yağı ile kavrulurdu. Lezzetli olduğu zamanda olurdu, tatsız tuzsuz olduğu zaman da. Yazın yayla'ya göçülür (Tütüncüler Martta göçerdi) Cumhuriyet bayramında dönülürdü, Şubat'ta tütün piyasası açılır, köylü yurttaş şehre gelir, han'larda, konaklardı. İki balya tütünü olanla, 200 balya tütünü olanda piyasada fiyat araştırır, piyasa kısa süre içinde fakirin alın terini yok pahasına ve bir çırpıda yiyip yutardı. İşte o yıllarda Muğla denilince hepsi buydu.
Bu arada koca kış ayları geçer, Şubat ayının sonuna gelinir ve biraz ötede; Mart görünür, Mart ilkbaharın ilk ayı olsa da, tavrını belli etmezdi. Çünkü "Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır" denirdi ki, ama bazen de mutlu edici ılık günlerle bahar başlardı."
(Bu ve diğer iki paragrafta üç beş satır Muğla ağzı kullanılmıştır.) "Gışın hem ocaklaamızda hem sobulaamızda, guru Meşi de yanardın, Dırlavan'dan gelen çam odunu da. Emmee, en eyisi neyidin deveren mi!? Hacıarapladan gelen kök'dün. Kök dayanıklı olduğundan horu geçerdin. Çam odunu gibi hüür deye yanıp da geçivemezdin. Yanınca gor olurdun. U gor da, mangalı gonurdun. Gonurdun emme erivemesin deye üsdü, küllenirdin! Eyee gor küllenmezse, u da, yaveş yaveş külü dönerdin. Ağşam yincek yemek etlise, çencire mangalın üsdünde bubamız gelinceye gadan, ıçcecik duruu, hem de evin içi hamam gibi olurdun. Gördün mü, nahalmış? Kök neden horu geçermiş? Dediğimi annadın deeme?"
O yıllardaki "Tabakhane Caddesi"nin, sağında solunda kasap dükkânları ile diğer zanaatkârların iş yerleri vardı. Eve, et veya kıyma alınacağı zaman, sabah erkenden babamla kapıdan çıkar, eve gerekli olanları alır dönerdim. Babam memurdu. O yıllarda da, kamu kuruluşlarında yaz mesaisi, sabah: 07.00 ilâ 14.00 saatleri aralığında uygulanırdı.
Çünkü yaz sıcakları bunaltırdı. O yıllardaki yaşlı komşular, günün erken saatlerinde birbirleri ile sohbette, Muğla ağzı ile: "Anam ıçcagaa. Bu nedi ga bööle Haccıgadın abla?" Diye sorar ve devam ederdi. Töbülerossun! Allah'ımız, helal heram unuduldu deye, çok çikin gızıpduru zehe. Undan ötürü bizi dığandegi yağ gibi eridip mezerligi fıydırıvercek bakara!" diye yakınırdı.
Gelelim yazının ana temasına. Belediye iki üç yıl önce; Tabakhane caddesinin bir bölümüne çardak yaptırmış ve sarmaşık sarmalı ile cadde üzerini kapatmıştır. Esnaf, bu koyu yeşil sarmaşığın gölgesi altında pek memnun ve mutlu yaşıyor ve belediyeye çok teşekkür ediyordu.
Ancak yapılan iş yarımdı! Çünkü akıl var izan vardı, bir caddenin yarısına çardak yapar, diğer yarısını öyle bırakırsanız yapılan iş Karadeniz fıkrası olur! Allah aşkına, o caddenin diğer yarısında kalan cadde ve hemşerilerimiz ve caddeden gelip geçenlerin, sıcaklarda mağdur olabileceğini düşünüp, çardağı caddenin sonuna kadar neden yapmadınız? Hayret, vallahi hayret! Yoksa caddeye Yazlık/Kışlık şekli vermeyi mi düşündünüz? Veya şaka olsun diye mi öyle bıraktınız? Caddedeki hemşerilerin yarısı, Yaz sıcağında, Güneş ışığı geçirmeyen sarmaşığın gölgesinde oturup belediyeye memnuniyet bildirirken, diğer yarısı, nerede gölge bulursa oraya sığınıp, o gölgeden belediyeye en samimi selam ve sevgilerini gönderiyor(!) Şöyle deniyor: ".iki yıldan beri gelip gidip, konu ile ilgili ricamızı bildiriyoruz. Ama bir türlü, sen ne diyorsun?" Diye sorulmuyor!
Tabakhane caddesi esnafı: "Niçin ihmal ediliyoruz? Yoksa bunun özel bir sebebi mi var? Lütuf beklemiyoruz, sadece: Sarmaşığın gölgesinde oturmak istiyoruz." Ve bir örnek gösteriliyor: "Malum geçitte!; önceki yapılanlar çöpe atılıp, Kışın yağmurdan, Yazın Güneş den, daha mükemmel koruma sağlayacak ve oldukça masraflı yeni bir çatı yapıldı. Ama biz böyle bir örtünme istemiyoruz, ama yapılırsa da asla hayır demeyiz ve daha mükemmel olur! İsteğimizin şimdilik olup da olanı; sarmaşığın sarılıp tutunacağı ve bizim de gölgesinden yararlanacağımız basit bir çardak!"