HİÇ BİR MUTLULUĞU, SEVİNCİ TATMADILAR GENÇLİKLERİNİ YAŞAMADILAR -
İtfaiye teşkilatları uzun yıllar önce, bazı okul ve uygun alanlarda halka açık yangın tatbikatı yapardı. Tatbikat öyle böyle ilginç değildi. Ne mükemmel, ne harika, ne muhteşemdi görseydiniz(!) Ama belki görmüşsünüzdür. Seyrederken ödünüz patlar, yangın bize de sıçrar, telef olur gideriz diye tüyleriniz diken diken olurdu(!) Gene aynı tatbikat mı yapılıyor bilmiyorum.
Ortaya büyücek metal bir kap getirilir, içinde yanıcı madde ile harmanlanmış katı bir madde vardır ve "Başla!" komutu, kap içindeki maddenin ateşlenmesi ile tatbikat başlatılır ve etrafta, öğrenciler veya ahali bu yangının söndürülüşünü izlerdi.
İtfaiyeciler senaryo gereği öylesine bir koşuşturma ve söndürme telaşı ile aleve su veya kimyasal madde püskürtür, sonra ateşin başarılı! Sönüşü görülür ve pek tabii ki, alkışlanarak bitirilirdi. Hey yavrum hey, yangın tatbikatı dediğin zaten böyle olurdu, çünkü çok gerçekçiydi! İnsan seyrederken duramaz, katkı koymak, müdahil olmak ister, ama görevli: "Yasak, çekil kenara" İhtarından kısa süre sonra, birkaç gösteri daha sunulur ve alkışlarla sunum sona ererdi. Bu kadar gerçeğe yakın tatbikat olmazdı, şimdi değişmiştir mutlaka.
Osmanlı Devletinde, Yeniçeri ocağına bağlı Dergâh-ı Âli Tulumbacı ocağı 1720 yılında kurulan ilk itfaiye teşkilatıdır. Ancak 1826'da Yeniçeri ocağı feshedilince, tulumbacılarda lâv edildi ve 1827'de, yarı askeri bir itfaiye teşkilatı kuruldu. Daha sonra, aynı kuruluş 25 Eylül 1923'te Belediyelere bağlanarak sivil teşkilat olarak görevini sürdürmeye devam etti. Bu yıl itibarı ile de, 307 yaşına giren teşkilat, pek tabii hizmetini daha mükemmel ve daha donanımlı biçimde geliştirerek nice yıllar sürdürecektir.
Teşkilat kadrosunda: "İtfaiye eri, İtfaiye çavuşu" görev tanımının nedeni, teşkilatın, 1827'de yarı askeri nitelikle kurulmasından kaynaklanmaktadır. Bu, "Er ve Çavuş" unvanları itfaiye teşkilatını askeri kuruluş gibi algılanmasına sebep olurken, tanımlar diğer kadrolarda sivilleştirilmiş ve: İtfaiye Amiri, İtfaiye Şube Müdürü, İtfaiye Müdürü ve İtfaiye Daire Başkanı olarak belirlenmiştir. Görevleri gereği en alt kadrodaki "Er ve Çavuş" unvan'ları ilgililerce incelenmeli, bu kadrolardaki görevli binlerce teşkilât personelinin daha çağdaş bir görev adı ile tanımlanması sağlanmalıdır. Böylesinin daha münasip, daha uygun olacağı muhakkaktır.
Gelelim, insanı; korkutan, ürküten, uykularını kaçıran devasa yangınlara. Bu yangınlar birkaç nitelik ve nicelikte oluşuyor. 1-Orman yangınları, 2- Petrol yüklü deniz tankeri yangınları ve diğerleri. Yurttaşın bildiği diğerleri: Petrol boru hattı ve doğalgaz boru hattı yangınlarıdır. Ancak yangının en dehşetli ve korkunç olanı elbette orman yangınıdır! Her Yaz mevsimindeki rutin yangınlar; bir iki günlük hava ve kara aracı ile diğer unsurlar tarafından, gerçekleştirilen çalışma sonunda, söndürülür. Ama doğa, bedeninde tedavisi güçlükle yapılan ve uzun süren büyük yara alır. Ancak yangın bu yaz, rutin dışına çıkmış ve nicelik açısından dehşetengiz hal almıştır.
Durumun vahameti ise: Tahribe uğrayan doğa, tüm canlı varlıklar için yaşam alanıdır. Bu alandaki kendiliğinden işleyen mekanizmaların zarar görmesi; gezegendeki düzenin bozulmasına, atmosferin ısınmasına, iklimin değişmesine, buzulların erimesine, depremlerin tetiklenmesi ve hareketlenmesine, sağanak yağmurların dereleri taşırıp sel oluşturmasına ve kuraklığın başlamasına neden olmakta, insan ve diğer canlılar için sıkıntılı yaşam başlangıcı anlamı taşımaktadır.
Bu bir fantezi değildir, bu bir düş değildir. Gezegeni öyle kötü, öyle hadsiz, öyle acımasız kullanıyoruz ki, doğanın kendini insafsızca hırpalayana karşı acımasız davranışını hak ediyoruz! Keyifli yaşarken, bizden sonra tufan diye düşünüyoruz. Bu düşüncemde; kurallara saygılı yaşayan, doğayı incitmeyen, koruyan ve kollayan insanları tenzih ederim.
Bu güzel vatanın, nesilden nesil'e intikalinde, ulusumuzun geçmişindeki yıllar süren savaşları, bu savaşta ölenleri hatırlayın. Aç biilaç, günlerce yağsız bulgur aşı ve şekersiz üzüm hoşafı ile çatışmaya girip, vatan sevgisinden ötürü canını ve geleceğini verenleri, aklınıza getirin. Onlar; bizim gibi rahat yaşamadılar, sofralarında çeşitli yemek yemediler. Evlerinde elektrik yoktu; çamaşır, bulaşık makinesi ve televizyonları olmadı, çeşmeden akan su ise bir hayaldi, şık giyinip gezmediler, otomobillerine binip, tatile gidemediler. Doğdular, büyüdüler, vatanları için savaşıp öldüler ve mezara kefensiz yatırıldılar.
Onlar için yaşamın anlamı; mal/mülk para yerine, mutlu ve sevinçli olabilmenin yolu, muhteşem vatanın var olmasından geçiyordu... Ama bunu göremediler, görüp tadını alamadılar ve gençliklerini yaşayamadan, yurdu; arkadan gelen nesle, bir bütün olarak bırakmak için, savaşırken öldüler. İşte ormanları yanan, dereleri taşan vatan böyle kazanıldı!