Önüne geçilemez ve tedavisi mümkün olmayan Kemal Sunal hayranı bir yurttaşım. Bu haftaki yazıya başlamadan, birkaç dakika önce kanalları dolaşırken, birinde: "Üçkağıtçı" adlı film gösterilmeye başlanmıştı, yazmayı erteleyip, seyre daldım ve sonuna kadar izledim. Bir/iki istisna dışında, bu ve diğer filmleri, özellikle (Hababam Sınıfı) nı, onlarca kez seyrettim. Halen, kanalların birinde filmlerinden herhangi birinin gösterimini yarıda bile rastlasam, yine ve ilk kez izliyormuşum gibi zevkle seyrederim. Tanrı, Kemal Sunal'dan rahmetini esirgemesin. Mekanı mutlaka Cennettir.
ELEKTRİKLİ SÜPÜRGE NERDEE, TAHTA FIRÇASI NERDE
Yine çocukluk yıllarımda gördüğüm; bazılarınızın ilginç bulacağı, bazılarınızın anımsayacağı, genç neslin ise: "Allahallaaah, o da ne öyle?" deyip tebessüm edebileceği ev temizliği günlerinden birini, kısa bir bölüm olarak anlatacağım. Bugün olduğu gibi eski yıllarda da: (Hatırladığım en eski tarih: 1950'lili yıllar) Ev temizliği yapılırdı. Yılda iki kez gerçekleştirilen söz konusu temizliğin, biri İlkbahar'da, diğeri Sonbaharda idi. Özellikle Sonbahar da yapılan temizlikte, yaz güneşinin soldurduğu, tozun/toprağın kirlettiği boyasız ahşap doğramalarda, ağacın çıralı bazı noktaları yakılmadığı için, Güneş sıcağında akar ve görüntüsü keyfe keder verirdi. Ahşap evin; kapıları, pencereleri, taban tahtaları, merdivenleri, tırabzanları, o zamanın basit temizlik malzemesi ve yöntemiyle yıkanır ve tahta fırçası ile fırçalanırdı. Halılar, hayatın taşlık bölümüne serilir, sabunlu sularla yıkanır, daha sonra kirli su herhangi bir tencere kapağı ile eğimli bir istikamete doğru kazınarak akıtılırdı. Halıdan öyle bir kirli su çıkardı ki, sanırsınız halı çamurlu sulara batırılıp çıkarılmış. Hakeza yaygı ve kilimler önce tokuçla dövme yöntemine tabi tutulur, kiri akıtılır, sonrasında birkaç kez durulanırdı. Taa ki, durulamada berrak su akıncaya kadar.
AHŞAP DOĞRAMAYI HIRTIŞLAYARAK SARARTMAK
Tahta fırçası, eski yıllarda kullanılan bir tür temizlik gereciydi. Fırçalama şekline de, ahşap sürtülürken çıkardığı ses nedeniyle:-Hırtışlama- denirdi. Bu temizlik sırasında, ahşap evin güzelliği ve temizliğini, ahşabın doğal renginin ortaya çıkması hali gösterirdi ki, bu renk tonu o yıllarda, temizliğin tam anlamıyla yapıldığını simgelerdi.
EV PEK GÜZEE OLUVEMİŞİ YA, GAARİ.
Temizlik bittikten üç/beş gün sonra misafirliğe gelenler, yapılan temizlik için, yerel ağızla: "Aboo! Ev pek güzee oluvemişi ya, gaari. Hu evin gülüşünü bakın bi yon! Yıkandım, payklandım, deye, gerim gerim gerilipduru!" benzetmesi yapılarak, riya katkılı iltifatlar; ev sahibesinin yorgunluğunu giderici, temizliğin beğenildiğinin dillendirilmesi, imrenilmiş gibi görünmenin hissettirilmesi gayretleri için, laf kesesinden ağız dolusu cümleler dökülürdü, zira bu önemliydi! Önemliydi, çünkü iade-i ziyarette aynı şeyleri söylemek, aynı iltifatlarda bulunmak zorunluluktu.
YÜZE DOĞRUYU SÖYLEME KÜLTÜRÜMÜZ, HİÇ GELİŞMEDİ.
Yaşamımız süresince; açıkça doğruyu yüze söylemeyi beceremedik! Çünkü böyle bir kültüre sahip değildik. Söylenmesi halinde: "Dangalak" sıfatı alnınızın ortasına yapışır, bir daha yüzünüzden düşmezdi. Öte taraftan: "Canım, doğruyu yüzüne "Dangadak" söyleyip de, kalbini mi kıralım, durduk yerde tartışmaya mı girelim?" diye eleştirildiğinde, çevrenizdeki kişiler tarafından onaylanıp-evet/doğru- denilerek alkışlanırdı. Birde konu ile ilgili atasözümüz vardır, anımsayınız: -Doğruyu söyleyenin, Dokuz köyden kovulacağı-nı hatırlatır! Bu söz hafızamızda kayıtlıdır ve hiç silinmez. İşte o atasözüne istinaden: Birbirimize doğruyu söylemek adeta yasaklanmış ve doğruyu konuşmanın önü kesilmiştir. Çünkü yurttaşımız, doğruyu konuşmak yerine, gereksiz cümleler kurup, vaziyetin idare edilmesinin daha kolay olduğunu görmüş ve bu yöntem benimsenmiştir.
ÖNEM ARZ EDEN BİR BAŞKA FIRÇALAMA
Haberde: "Japon Osaka Üniversitesi tarafından yapılan araştırma, gece uykusundan önce -diş fırçalamamanın- kalp hastalığı riskini arttırabileceğini ortaya koydu. Dişlerini günde iki kez fırçalayanlar ve sadece gece yatarken fırçalayanların, KARDİYOVASKÜLER hastalıklarda, hayatta kalma oranlarının, hiç fırçalamayanlara kıyasla önemli ölçüde yüksek olduğu tespit edildi." diyordu.(Alıntı) Yazımı hazırlamadan üç/dört gün önce, bu ilginç haberi okudum. Dikkatimi çekti ve sizinle paylaşmanın yararını düşünerek alıntı yaptım. Çünkü gerçekten önemli bir araştırma.
DÜNYAYI CENNET GİBİ YAPANDA, CEHENNEME ÇEVİRENDE İNSAN
Bilim insanları araştırmalarını ve buluşlarını: -Her şey önce insan için- Düşünüşünü, hedefe ulaşmak için baz olarak almış. Buradan yola çıkarak, insanın; yaşamı, beslenmesi, gelişmesi ve verimliliğinin, eğitilerek sağlanabileceğini ve toplum için yararlı birey olabileceğini belirleyerek, yöntemi ve kuralları hatırlayıp ortaya koymuştur.
MİKROPLAR, VİRÜSLER, BULUŞLARLA YOK EDİLMİŞTİR
Öte taraftan, hastalıklarla ilgili nedenler belirlenmiş ve bunların aşıları, ilaçları ile tedavi yöntemleri bulunarak, sağlıklı yaşam sorunları çözüme kavuşturulmuştur. Ancak merakımı mucip olan bazı sorular var! Acaba üniversiteler olmasaydı, araştırmalar yapılmasaydı, buluşlar gerçekleşmeseydi, yeryüzündeki insan toplumu nasıl bir fotoğraf olarak görünürdü? İnsan topluluğu nasıl sosyalleşirdi, nasıl şekillenirdi? (Bilimin, Medeniyetin, Eğitimin, Teknolojinin, toplumsal gelişmedeki önemini ve gerekliliğini dikkate alarak düşünüp, değerlendirin.)
BİLİM; İNSANIN YANISIRA, DİĞER CANLILAR İÇİNDE ARAŞTIRIP BULUYOR!
Hakeza hayvanlarla ilgili ilaç ve tedaviler olmasaydı, kısırlaşmalar yapılmasaydı, acaba hangi ahvalle karşılaşırdık?(Küçük bir hayal kurunuz) Meyve ve sebzelerin hastalığı için ilaç bulunmasaydı, milyarlarca insan acaba ne yer içerdi?(Lütfen bu konu içinde düşünce sarfedin) Bunlar çok merak ettiğim diğer konulardır. Fakat bilinen net bir gerçek var ki: Dünya'yı, Cennet gibi yapmak isteyende, Cehenneme çevirende, ormanları yakanda, insandır! Bu nasıl bir çelişkidir böyle: Eyy hikmetine sual olunmayan Yüce Tanrı'm? Biz kulların buna şaşıyor.