HİNDİ VE DOMUZ VE ERKEÇ VE PİŞMİŞ KELLE

 

HİNDİ VE DOMUZ VE ERKEÇ VE PİŞMİŞ KELLE

 

Cennet mekân babamı anarken, yeni bir yıla girişimizdeki mütevazı soframızdan söz etmek ve bunun görgüsüzlük tezahürü olarak değerlendirilmemesini de, istirham edecektim. Daha sonra, sofranın aslında orta halli her ailenin evinde kurabildiği basit bir sofra niteliği ve niceliğinde olması, bunun anlatılmasının da, gereksizliğini düşünüp yazmaktan vazgeçtim. Bu arada nadiren de olsa, yapılan davetlere icabet ettiğimiz zamanlarda, karşılaştığımız manzaralar, babamı rahatsız ettiğinden, yemekten sonra çok uzun süre oturmadan kalkar eve döner ve her günkü vakitte yatardık.

Babam Cennet mekân, içki ve sigara içmeyen dinine bağlı, bağlı olduğu için vecibelerini yerine getiren ve buna dikkat eden bir yurttaştı. Günde beş vakit namaz kılar; tapınma sırasında rükû ve secdeye gidişinde yapılan fiziki hareketlerin, günde beş kez tekrarlaması nedeniyle, vefatına kadar, hiçbir eklem ağrısı veya iskeletinde; ağrılı, sızılı,  sağlık sorunu yaşamamasının, yıllarca namaz kılmasına bağlı olduğuna inanırdık.

Diğer taraftan Ramazanı huşu içinde geçiren babam, inançlarına son derece bağlı olmasına karşın, alışkanlık olarak yeni yıla girerken, illaki hindi kesmeyi, vefatına yakın yıllara kadar uygulamaktan vazgeçmedi. Hatta arkadaşları: "Merak ediyoruz, neden Tavuk değil de, Hindi kesiyorsun? Mahsuru yoksa anlata bilelim." Diye takıldıklarından söz ederdi. Çünkü Hindi'nin bir başka din ve inananları tarafından, yılın son günü yenildiğini, İslâmiyet'te ise böyle bir kutlamanın olmadığını, bu nedenle davranışının inançlarına ters düştüğünü şaka yollu eleştirdiklerinden söz ederdi.

Muhabbet sırasında: "Ara sıra, Domuz eti de yer misin?" dediklerinde, "O ne demek? Bırak yemeyi kapımdan içeri sokmam" diye yanıtladığını arkadaşları banada söylemişti." Dinimiz bu protein yasağını getirmemiş olsaydı, bugün o hayvanın etini tüketiyor olacaktık. Ama ülkemizde tüketilmiyor sanılmasın, zira yurdumuzda yaşayan diğer dini inanç mensuplarının Domuz eti tükettikleri bilinir. Hatta bir doktorun, şehrimizde domuz çiftliği kurarak, hastane atıkları ile ürettiği ve otellere sattığı, herkesin malumudur!

Ne tekim, yıllar önce bir ilçede çalışırken, barış gönüllüsü bir ABD yurttaşı ile aynı masada yemek yerdik ve samimi dostluk kurmuştuk. Türkçeyi çok güzel ve hatta diyebilirim ki: -İstanbul- aksanı ile konuşurdu. Adı Corc'tu, bir gün bir öğle yemeğinde: "Corc! Halk, siz barış gönüllüleri için: -Hepsi ajan- diyor! Gerçekten siz birer ajan mısınız? Öyle bir şey var mı?" deyince "Aaa!" diye tepki gösterdi. Ve: "Hayır! Asla böyle bir şey yok! Biz barış gönüllüsüyüz. İngilizce derslerine giriyoruz, İngilizce öğretiyoruz, bunu niçin söylüyorlar?" diye bir soru yöneltti ve ayrıca bunu kimler söylüyor diye sordu. "Herkes" dedim. "Ne diyorlar?" deyince: "Halkın yaşamını, adetlerini, yememizi içmemizi hatta bilemediğimiz pek çok tarz ve inançlarımızla ilgili bilgiler edindiğinizden söz ediliyor, bu ne kadar doğru?" diye sorduğumda, kahkaha atarak gülmüştü. Sorumu devam ettirdim: "Gülüyorsun iyi hoşta, örneğin: Sen her Cuma günü Atina'ya gidiyorsun. Niye? Oraya, topladığın bilgilerimi götürüyorsun?" Deyince yine kahkahalarla güldü ve "Pasaportunu al senide götüreyim, masraflarını ben karşılayacağım" diye teklifte bulundu. "Hayrola Corc! Benim ne işim var, Atina'da? Gitmem. Ama şunu çok merak ediyorum her hafta, niye gidiyorsun?" deyince, verdiği yanıt çok ilginçti: "Ben ve diğer arkadaşlarım her hafta, Atina'ya Domuz eti yemeye gideriz(!) O nedenle hafta sonunun çabuk gelmesini isteriz! Et öyle güzel öyle lezzetlidir ki, etin tadına doyamazsın. Ekmek dilimi gibi keserler ve onu kızartarak önünüze getirirler ve aynı siz Türklerin dediği gibi, Nar gibi kızaran eti, bir kere yesen, bir daha vazgeçemezsin!" diye yanıtladığında "Allahallaah, ne imiş bu domuz böyle yahu?" diyerek, bende onun gibi kahkahayı atarak, tepki vermiştim.

Oysa biz, yerli yurttaş olarak, Kurban bayramlarında küçükbaş hayvan keseriz. Büyükbaş kesenlerde vardır, tabii. Küçükbaşlar her zaman çoğunlukla: -Erkeç- olur. Hayvan; kesildikten, yüzüldükten, iç organları alındıktan sonra -Kellesi/ayakları- alınır. Ancak bu sırada hayvanın burun kısmı satırla kırılırdı. Çünkü dağda karnını doyururken burun içine yerleşen kurtçuklar olduğunu,(Demirci çıraklığı yaptığım günlerde) bizzat görerek tanık olmuştum. Kelle kıllardan temizlenmesi için -ütülenmeye- demirciye götürülür, demircinin akkor halinde yanan kömürüne, bir karış mesafeden, özel demirci maşası ile tutulur ve elde çevrilerek kor alevi, kelle üzerindeki kılları yakarak temizlerdi. O yıllardaki yerli halk bu işleme, yerel ağızla: "Kelle ütdürme" diye tanımlar ve yazıldığı gibi telaffuz ederdi.

Hani: Yerli/yersiz aptalca, anlamsız bir biçimde, dişlerini göstererek gülenlere: "Pişmiş kelle gibi sırıtma" tabiri, kullanılır ya. İşte o gülüş hayvanın başının o -ütdürülmüş- halinin görünümüne benzediği için söylendiğini bilirsiniz. Hatta günümüzde bazı yurttaşın, saçlarını kestirmesi, geri kalanını ustura ile temizletip başını saçsız bırakması biraz tuhaf görünüm arz etsede, ütdürülen erkeç veya diğer küçükbaş kellesine katiyen benzemez. Zira insanın; kaşı, gözü, kirpiği, ağzı, burnu doğal hali ile yerli yerinde durduğu için, gülüşünde pişmiş kelle görünümü oluşmaz.

Efendim, bu arada sırası gelmişken, yeni yılınızı en içten sağlıklı yaşam dilekleriyle kutluyorum.

YAZARIN DİĞER YAZILARI