HÜNKÂR HAZRETLERİ BEĞENMİŞ, AMA BEN SÜKÛTU HAYALE UĞRADIM

 HÜNKÂR HAZRETLERİ BEĞENMİŞ, AMA BEN SÜKÛTU HAYALE UĞRADIM 

GEÇEN hafta TV kanallarından biri daha, sabah haberlerinde “Tanzim satış” la ilgili kararın ve satışların, pazar ve yurttaş üzerindeki etkilerini, ne gibi düşünceler oluşturduğunu belirlemek için haber yapmış, rastgele mikrofon uzatmış. Yanı sıra kuyruktan görüntü almış. İnsanımız dilinin döndüğünü aklının erdiğini söylemiş. O günkü o röportajda dikkatimi çeken patlıcan oldu. Yurttaş: “…15 liralık patlıcan, bugün inmiş, bunu daha önce niye yapmadınız?” Diye serzenişte bulunuyordu.

 PİYASA bu tür tedbirle dengelenir mi bilmiyorum? Alınan geçici tedbir de olsa, işin üstüne gidiliyor. Ancak yurttaş: “Bir daha bulamayız, mümkün olduğunca alalım” Der gibi poşetleri doldurup götürüyor. İnşallah tadını kaçırmayız. Özellikle patlıcan bu kış, başrolü kimselere kaptırmadı ve yurttaşın diline pelesenk oldu(!) Yaz aylarının olmazsa olmaz sebzesine Kış tezgâhlarında, sanki turfanda sebze gibi fiyat biçildi. 

HERKESİN bildiği patlıcan, bir yaz sebzesi. Bu sebzeden bir kaç türlü yemek yapıldığı gibi, salata ve meze türü yiyeceklerde yapılıyor. Bu Kış patlıcan Kışı oldu, kendinden çok söz ettirdi.

 BU VESİLEYLE patlıcanlı bir anımı sunuyorum. “Hünkârbeğendi” adlı yemeği çok duymuş, nedense bir türlü yeme fırsatını bulamamıştım. Üç yıl önce Muğla dışında iken yemek vakti, marka bir lokantaya gittim. Önüme konulan kataloga baktım, merak ettiğim yemeği gördüm. Ve siparişi verdim. Bir süre geçtikten sonra yemek geldi. İlk kez gördüğüm yemeği, düz ve mor renkli porselen tabağa koymuşlar ki, aman Tanrım bembeyaz kuzu eti. “Mübarek gözüme bakıyordu” İçimden: “Hünkâr hazretleri vallahi ağzının tadını biliyormuş!” Deyip bir lokma kesip aldım. Yumuşacık kuzu eti yiyeceğimi sanırken; fırında pişirilmiş, kabukları soyulmuş, çekirdeksiz patlıcan yediğimi fark edince: “Hay Allah, bu da ne?” Dedim ve sükûtu hayale uğradığım için iştahım kaçtı.

 GERÇİ 3-4 tane kuşbaşı kuzu eti vardı, ama o harika görünümün tamamını kuzu eti sanmıştım. Çünkü Hünkârın taze kuzu eti yediğini, patlıcanı yemekten imtina edeceğini varsaymıştım. Sonuçta hepsini bitiremedim ve: “Hünkârım! Bunun nesini beğendin? Bunun altı da patlıcan üstü de. Sen beğendin diye bende yedim. Ama adı da, tadı da patlıcanmış.” Diye mırıldandım.

 MERAK edip sebzenin besin değerini öğrenmek istedim. Bilgi şöyle başlıyordu: “…patlıcan, it üzümü ailesine mensuptur, sebze olarak bilinse de, teknik olarak meyvedir(Alıntı) Diyordu. Sadece, patlıcan mı? Domates, Biber, Bezelye, Bamya, Kabak”ta meyve(Alıntı) Hünkârbeğendi adlı yemeğin ana malzemesinin bir meyve olduğunu okuyunca besin değerini öğrenmek istemedim.

 UZMANLAR doğal beslenmemizin gereğini her zaman hatırlatır. Oysa doğal beslenme geçmişte kalan bir tür. Şimdi böyle beslenme yok. Doğal üretim yok ki, doğal beslenme olsun. Çünkü bu üretimin ve beslenmenin şartları var. O şartları, tarımla uğraşanlar bile uygulamıyor. 

5-6 AY evvel manavda küçük boyutlu bir kavun gördüm. İlgimi çekti tatmak için satın alıp eve götürecektim. Öyle pembe görünüyordu ki, “Bu kavunun dışı böyle güzelse, kim bilir içi ne kadar güzeldir?” diye düşündüm. Manava: “Kavun kaça hemşerim?” Diye sordum. Manav Muğlalı olduğu için: “Abecim bu gavın del, Armıt” dedi.  Gayri ihtiyarî ve bir an’da alışkanlıkla: “Ne Armıdı le? Naha Armıt bu bööle?” Diye sordum. “Abecim, bu kral armıdı, her bireri 600-700gr. geliyoru. Birini, eve götür çoluk çocuk sevinsin!” Dedi. “Sağ ol, sen götür seninkileri sevinsin” Deyince: “Abecim biz her gün yipduruz!” Diye yanıtladı. Ben de: “Belli, her gün armıt yiyon derken, yuğgu daşını dönmüşsün” Dedim, gülüştük ve ayrıldım ama Armudu almaktan vazgeçtim.

 İLK kez görmüştüm böyle bir Armudu. Şu; hormonun, ilâçlamanın ve gübrenin yaptığına bakın! Diğer taraftan sera ürünleri turfanda gibi satılıyor ve bizde alıyoruz. Sormak istiyorum! Kışın niye Yaz sebzesi yiyoruz? Hormon,zirai ilâç, kimyasal gübrenin kanser yaptığını biliyoruz. Kanserden korkuyoruz da, yanlış yapmaktan korkmuyoruz(!) Gerçi biz efelerin “Destur” istediği bölge yurttaşıyız, belki sadece bizim için: “Unnaa efedii kanserden manserden korkmazla” denilebilir(!)

AMA tarlada, yaz sıcağında yetişmiş; patlıcanı, biberi, domatesi ve diğerlerini yerken, Kışın serada yetiştirilenleri neden yiyoruz? Acaba efeliğimizin yanı sıra tahtamızın birimi eksik? Yazın sebze kurutuyoruz? Bunları tüketiyoruz? Yanı sıra serada yetiştirilenlerden de yiyoruz(!) Yoksa aklımız mı tam değil?

 KIŞIN yemek üzere konserve yapıyoruz tüketiyoruz. Ama sera ürünlerini de ayrıca alıyoruz. O nedenle bizde mutlaka bir eksiklik var. Yaz sıcağında yapılan domates salçası varken, sera domatesi alıyoruz? O domates, o biber ve o hıyar doğal ortamda mı yetişiyor? Hayır. Ama kahvaltı masasından eksiltmiyoruz?

 “Cacık” eskiden pilav ve zeytinyağlı yaz yemeklerinin yanında yenirdi, Kışın pazarda salatalık satılmazdı. Ama şimdi gelin görün, salatalıktan çok bir şey yok. Bazen ihraç ettiğimiz ürünler iade ediliyor ya, sonra bunlar iç piyasada tüketiliyor. Yabancının yemediğini biz neden yiyoruz acaba diye düşünüyorum da nedenini bir türlü anlamıyorum(!)

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI