İÇİNE, ÜÇ/DÖRT KİŞİNİN KONULDUĞU MEZARLAR VE O ŞEHİRLER
2006 yılında, belli süre ikamet etmek üzere, İstanbul'a taşındık. Bir/iki gün sonra, yürüme mesafesindeki bir resmi kuruma gitmem gerekti. Bir süre yürüdükten sonra şehrin orta yerinde; önünden arkasından, sağından solundan yolgeçen, bir mezarlığa rastladım ve kenarındaki kaldırımdan mezarlara bakarak yürüyüşü sürdürdüm. Mezarlığın, sağı solu apartman ve her apartmanın zemini iş yeri. İnsan öyle bir yerden geçerken gayriihtiyarî mezarlığa bakıyor. Ama maalesef şaşkınım, çünkü mezar taşlarının çoğunda, üç, bazılarında dört isim yazılı. Bir isim yazılı olanlarda var, tabii ki! Durumu bir türlü kavrayamıyorum, "Allahallaaah, bu ne nedir böyle?" Diyorum. Merakımı giderecek yanıt arıyorum, kafamda! Ama bulamıyorum, çünkü ilk kez görüyorum. Geldiğim şehirde hiç böyle bir şey görmediğimden, sürekli: "Vay anasını, bu ne haldir?" Demekten kendimi alamıyorum. Mezarlıkta kimseler yok, dolayısı ile soramıyorum ve kendi kendime: "İstanbul'un orta yeri mezar, mezarın içinde üç/dört kişi yatar" Diye kendimce bir şeyler mırıldanarak yürüyorum.
Birkaç gün sonra, yine aynı yerden geçiyorum, gözüm sürekli mezar taşlarını okuyor. En nihayet, içeride, yeni mezar yaptıran, iki/üç kişi görüyorum ve mezarlığa girip, kişilerle selamlaşıyorum meşgul etmemek için hemen soruyorum ve hemen yanıt alıyorum. "Aynı aileye mensup cesetler üst üste gömülüyor da, ondan." deniyor. İlk kez böyle bir şeyi duyuyorum, hayretler içinde kalıyorum. Ağzım açık tekrar mezarlara bakıyorum. Üst üste nasıl gömülür diye, düşünüyorum ve nedense kabullenemiyorum. Ama bir gerçeği, şehrin İstanbul olduğu gerçeğini unutuyorum.
Büyükşehirlerin ve ilçe belediyelerinin, önünde çözümlemesi gereken pek çok konu var. Ancak mezarlıklar da önemli. Geçenlerde TV kanalının birinde, İstanbul'daki mezarlıklardan söz ediliyordu ki, hemen geçmişte kalan o günkü, yanıt aklıma geldi, üst üste gömülmek! Düşünüp kaldığım o günü unutamam. Bir ülke büyüklüğündeki il'in tamamında, günde kim bilir kaç yüz kişi ölüyor? Gelecekte nüfus daha da çoğalacak, mevcut mezarlıklar yetmeyecektir. Günde yüzlerce vefat, buna karşın daha çok doğum ve üstüne üstlük, bitmeyen göçler! Yıllar önce: "Taşı toprağı Altın İstanbul" deyimi, devasa kent için, şimdi: "Taşı toprağı dert İstanbul" oldu.
Mezarlıklar hangi şehirde olursa olsun sorunlardan biridir. Çünkü nüfus hızla artmaktadır ve nedenle yeni mezar yerleri aranmak zorundadır. Alanın kapasitesi belli olduğundan, kaç yılda dolacağı da, gayet kolay belirlenebilmektedir. Yürüme mesafesindeki mezarlıklar artık hayal bile edilemeyecektir. Eskiden öyle miydi ya? Örneğin: 70 yıl önce şehrimizde vefat eden kişinin cenaze alayı, tabutu camiden eski mezarlığa kadar omuzlarda taşıyarak götürürdü. Bundan sonra mezarlıklar, bu günkü mevcutları bile geçip, daha uzak yerlerde tesis edilecektir. Sorun böylece çözümlenecek midir? Hayır.
Sorun sadece; İstanbul İzmir ve Ankara mı? Değil tabii! Diğer il ve ilçelerin bazıları da, yıllar geçtikçe aynı durumla karşılaşmaları kaçınılmazdır. Turistik kıyı kentler, bugün göçün bariz örneklendiği yerlerdir! Büyük şehirlere daha önce taşınanlar, akrabalarını yanına çağırıp, zer zelil yaşam ile para kazanma uğraşına girmeleri, filmlere konu olmuştur. Göçün fikir babaları, önden gidenlerdir. Yeni gelenler, kırsal yaşam gelenekleri ve iyi bir yaşam umudu ile zor şartların işkenceye benzer sıkıntılarını istemeseler de çekeceklerdir.
Özellikle İstanbul'a göç edenler için, çalışıp önce karnını doyurmak sonra zengin olmak asli amaçtır. Büyük aile oluşumlu göçerler, bu amaca uygun şartları hazırlayıp, güç birliğini gerçekleştirebilmektedir. Ancak yasal yollardan ayrılıp, kolay ve çok para kazanılabileceği değerlendirmesi ile tali yollara sapmak, tehlikeli ve kanlı sonuçların yaşanmasına neden olmaktadır. Taşradan canlı gelip, bir olayda ceset haline dönüşmek ve geldiği şehrin topraklarında gömülmek, çok para kazanma hırsının sonucudur. Ardında devam eden kanlı çatışmalar aynı konunun devamı niteliğindedir.
Tabii böylece bir şehrin asayişinin berkemal olması da, zordur. Sıradan yurttaşın huzurlu yaşamı bozulurken, bu arada tehlikelere de maruz kalabilmektedir.
Ama bunun ötesinde, o artık ailesi ile birlikte İstanbul'a gelmiş ve büyük bir şehirde yaşamaktadır. Cebi para görmüş, gözü açılmış, beline silah takmıştır ve altında pahalı bir otomobille devasa kentin pırıltılı geceleri, onu kucaklamak zorundadır! Ancak değişmeyen bir kural vardır, o da, su testisinin suyolunda kırılacağı gerçeğidir.
Köylerde, tarım alanları ekilip biçilmediğinden; ata, baba evleri boşalıp, ocakları tütmeyecektir. İçinde yaşanmışlıklar hatırlanmayacak ve bacalarında Baykuşlar tüneyecektir. Göçler; ülkenin sosyal ve ekonomik dengelerini bozmaktadır, umutla gelinen Büyükşehirlerde, mesleksiz insanlar heder olmakta, edindikleri kötü sicilleri ile aramızda yaşamaktadır. Devlet bu şahısların psikoterapi aldıktan sonra sosyal yaşamdaki yerlerini almalarını sağlamalı ve bu konuda üzerine düşen sorumluluğunu yerine getirmelidir.
Kırsal alandan göç eden bir aile hemen şehirli, olamayacaktır. Bu bir gerçektir, çünkü bunun için nesillerin değişmesi gerekecektir. Şehir yaşamına uymakta zorlanan göçerler, bu süre içinde kurallı yaşama ayak uydurmak için, sıkıntılı süreci yaşayacaktır.