İNSAN OLMASINA İNSANDIR, AMA "ASIL" MIDIR?
Yaz ayları yaklaşıyor. Bu aylardaki milli tedirginliğimiz orman yangınlarıdır. Geçen Salı günü, ulusal TV kanallarından birinde, en riskli illerden birinin Orman Bölge müdürü, geçen yılın Marmaris'teki yangın alanlarında yapılan ağaçlandırma çalışmaları ve yangınla ilgili röportaj veriyordu. Devletin memuru ne diyecek, klâsik cümlelerle: Ormanın önemi, ağaçlandırma çalışmaları, yangınla mücadele, helikopter, söndürme uçakları ve mücadele hazırlıklarını içeren konuları, yetki sınırları içinde, dilinin döndüğü ve vaktinin izin verdiğince anlatacaktır, öylede yapmıştır.
1940'lı yıllardan itibaren orman yangınları ile ilgili akademik araştırmalarda, o güzelim ormanlar, tabiri caizse cayır cayır her yıl dikkatsizlik sonucu yanmış veya kasten yakılmıştır. Örneğin: Biz göçebe millet olduğumuzdan yorulduğumuz yere çadır kurup orada konaklarız. Bu hayat, yaşam tarzımızla ilgilidir. Çünkü günümüzde de, ormanlık alanlarda ve çayır çimen üstünde piknik yapmaya bayılır, çoluk çocuk kendimizi doğanın yeşili ile bütünleştiririz. Zira hem ot obur hem etoburuzdur. Ayrıca(Tarzımızı türkülerle teyit etmişizdir Hani: Çayır çimen geze geeze, of.) Diye başlayan türkü ve benzerleri.
Çimenlerde yatıp yuvarlanırken, bir duble ateş suyu ile kafayı parlatmayı, o kafa ile bazılarımızın güreş tutmayı sevdiği de malum bilgilerimizdendir(Ne tekim, yıllar önce sevdiğim arkadaşlardan ikisi, bir piknik alanında güreşmeye kalkışınca, birinin diğerine elense çekmesi anında, kalp krizinden vefat etmiş ve bizi üzüntü ile baş başa bırakmıştır)
Izgara etleri, dolmaları tatlıları yedikten sonra, çayı demleyip, battaniye veya kilim üzerinde sohbet etmeyi, yaşamımızın "Vakit öldürme(!)" Bölümü olarak ayırmışızdır. Ancak sevgili yurttaşımızın, yaktığı ateşi söndürmeden mahalden ayrılması sonunda, yangın felaketinin başladığını, o gün gece haberlerden öğrenmesi ve bunu hayretle karşılaması! Sorumsuzluğun daniskası, adamsendeciliğin hası, vurdumduymazlığın bağnazı olarak değerlendirebilirsiniz! Olmaz olsun böyle yurttaş. Bu ve buna benzer vatandaştan, bu ülke ne yarar görmüştür, merak ederim?
Tedbirsiz yurttaş veya yurttaşlarımızın "Vakit öldürdüğü" seansın sonunda yaptığı budur! Bu kuralsızlığın, dikkatsizliğin, umursamazlığın sonu ne zaman gelecek, merak eder dururum! Gür ormanlardan geçilmeyen yurdumuz; yangınlardan, maden aramalarından, mermer ocakları açmaktan, saçkıran geçirmiş baş'a, çıbanlı hastalığın tedavi gören bedenine benzer hale geldi. Yakıyor, maden arıyor, mermer çıkarıyor, artezyen kazıp, yer altı sularını tüketiyor, içme suyu ile apartman önünü yıkıyor, çöpü süpürerek değil, içme suyu basıncı ile iterek öteliyor!!! İşte insan. Yurdunu sever, yurdu için ölür(!)
Yıllar sonra torunlar ve hatta onların torunları, Afrikalılar gibi elinde kovalarla, belediye tankerinden su doldururken, bizim için: "Yemişler, içmişler, yakmışlar ve dağları eleyip gitmişler. Bizi bu halde bırakmışlar" diyeceğini düşünüyorum. Bir halk deyişi: "Sebep olan kebap, olsun" der. Bu deyişe katılıyorum.
Devasa obruklar oluşturuyoruz. Sonra yağmur duasına çıkıyoruz! Her şeyi Tanrı'dan bekliyoruz. Yüce Tanrı: "Her şeyi verdim, ama siz mahvettiniz, ağzınıza yüzünüze bulaştırdınız. İlahi gücümün korkusunu bile bir çare bulup, bildiğinizi okudunuz. Her güzelliği kendinize benzettiniz. Bundan sonraki yaşamınızda, doğa felaketleri ile karşılaşırsanız şaşırmayın, banada yalvarıp yakarmayın. Çünkü af kapıları artık kapalı." Doğayı sürekli tahrip ediyorsunuz, ama hala yetinmiyorsunuz. Güzellikleri tüketip, çıplak bıraktığınız kayalara bakıyorsunuz, kayalarda size! Bir türkü ayıtıyorsunuz. "İkide Keklik, bir kayada ötüşür!" Kala kala çıplak kayalar kalmış, keklik ne yapsın, nereye gitsin?
Kasten yakmaların çeşitli türleri var ki, böyle eylemlerle aklı sıra devletten intikam alınıyor! Aklıma bir atasözü geliyor. Ama münasebetsiz olduğunu düşünüyorum. O atasözü şöyle diyor: "Öfke, Bal'dan tatlıdır!" Öfke "Baldıran" zehirinden daha öldürücüdür. Yurttaş öldürüyor, ceza alıyor, ama bu ceza süresini fazla buluyor kabul etmiyor. Diyor ki: "Sen bana ceza verdin, bende sana bir ceza vereyim de, cezanın ne demek olduğunu gör!" Dercesine, gidip güzelim ormanı bir yerinden tutuşturur.
İnsan denen canlının vahşiliği dayanılmazdır! Acaba gerçek insan size göre kimdir? İnsanlık için buluşlar yapan, yaşamı kolaylaştırıcı hizmet ve araç gereç üreten mi: Yoksa alavere dalavere ile kolay yoldan paralara, mallara el koyan, zarar vermekten başka özel ve güzel yanı olmayan zalimler mi?
Sanırım; kurallara saygı duyan, adamsendeci olmayan, insanî sorumlulukları yerine getiren, canını koruduğu gibi ülkesinin, bırakın ormanını yakmayı, karıncasını bile incitmeyen; dürüst, namuslu, şerefli ve onurlu insan, gerçek insan olarak genel kabul görür.
Cumhurbaşkanlığından talebimdir: Serbest piyasa sisteminin yeniden değerlendirilip kontrollü sisteme geçilmesinin yararlı olabileceğini düşünüyorum. Serbest piyasa sisteminde rekabet yapılıyor. Ama bu, en pahalı kim satar rekabeti şeklinde hüküm sürüyor. Yurttaş sonunda, suyu sıkılan portakala dönüyor. Takdirlerinize sunulur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI