KADINLAR HAMAMI

 

 

 

KADINLAR HAMAMI

 Covıt-19'un, asap bozucu ve ürkütücü yayılımı kâbus gibi. Öte taraftan; yurttaşın, itirazsız mazeretsiz yıllar öncesinden uymayı öğrenmesi gereken kurallar, sıkı biçimde denetlenmediğinden ve yurttaşın da, uyum sağlayamamasından ötürü, böyle bir sonuçla karşılaştık. Böyle düşünüyorum. Cezalar yazıldı, bazen umursanmadı yanından geçildi, kimi zaman: "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" Diye görevliye soruldu! Ama hiç umulmadık bir zamanda, COVIT-19'la ilgili korunma kuralları hayata geçirilmek istendiğinde, uyumsuzluk baş gösterdi.(Kurallara saygılı yurttaşı tenzih ederim) Çünkü alışmadık mabat da don durmadığından, fotoğrafı da, maalesef böyle göründü.(O Yaz günlerini ve Kurban bayramını hatırlayın!) Bugün, bulaş daha da büyüdü ve "Bana da bulaşırsa" korkusu yaşanmaya başladı. Ama bilinen ve halen geçerli olan çok basit bir çare var! Şimdi ve hemen kurallara sıkı biçimde uymak!

 Bu sinir bozucu hal içinde, ara/sıra, bir/iki defa hiç olmazsa biraz tebessüm etmek için, bir şeyler düşünüp yazmanın tam zamanı. Çünkü gülmenin yararı, bedenin en güçlü Tanrısal gıdasıdır.

 Değerli bir arkadaşım ve benim gibi pek çok kişinin arkadaşı. Muğla'da yaşamına, 1950'lili yıllarda başlayan ve halen yakın ilgisini sürdüren, yanı sıra ilçe ve köylerde de, tanış/bilişleri olan, manevi Muğlalı hemşerimiz Prof. Dr. Kemal Şençoban, facebooktaki bir yorumunda, Saburhanedeki, hamamdan söz etmiş: "Hamam bizim evin karşısındaydı. Evlerde banyo olmadığı için, annem beni kendisi ile beraber hamama götürürdü. Zannediyorum, 5-6 yaşlarındaydım. Bir gün, hamamcı, anneme:"..hanım oğlan büyümüş, artık hamama getirme" demiş. "Ve son gidişim oldu, annemle." Diye bitiriyordu, sözünü. Hey gidi yıllar hey. Sağanak yağmurdan sonra, akan dereler gibi geçip giden yıllar. Ve o yılların ardından; hatırlanamayan isimler, zorla tanınan yüzler, gelip geçeni güçlükle seçen gözler ve pek çok şeyi unutan beyinler. İşte, yaşamın sonuna kalanlar!

 O yıllarda bazı anneler, küçük erkek çocuklarını da, çarşı hamamına götürür ve orada güzelce yıkar yuğardı.(Bendenizde buna dahilim, tam 72 yıl evvel 5 yaşlarımda iken.) O zamanda ve evvelinde de, çarşı hamamlarında kadınlar günü olurdu. İsteyen hanım bohçasını koltuğunun altına alır giderdi. Bohçanın içinde; hamam havlusundan, çamaşırına, elbisesinden ve ayağına giyeceği çorabına ve yıkanacağı; sabunu, kesesi, lifi ve tası da, bohçaya konurdu. Ayrıca hanımlar içerideki sıcağın etkisinden bir nebze kurtulmak ve çarpıntıyı azaltmak için, Ayva ve özellikle Limonu bohçasından eksik etmezdi. Çünkü uzun süreli yıkanırlardı. Hamama ak tenleri ile girer, hamamcının birkaç kez uyarısından sonra, pembeleşmiş yanakları ile ama "Haşıl" gibi çıkarlardı.

 Hamamcı ara/sıra içeri girer: Muğla ağzı ile: "Heden baken, davranın gaari aaşam oluyoru! Daha yıkancek garılaa va, sizi beklepdurla." Diye uyarırdı.

 Hamamın içine girildiğinde sis gibi sıcak su buharından, göz gözü görmezdi. Hanımlar öyle yıkanırdı ki, bazen soğuk su dökünüp bayılma tehlikesinin eşiğinden dönerdi. Çünkü vücutları çok su kaybeder, ama hamamdan çıkmayı da kıyamazlardı.

 Hamamcı yarım saat sonra yine gelir: "Sizi depdurun! Yeni kütük addım, acık daha oyulanısanız ıccakdan durumazsınız, deeveren!" Diye uyarıyı yinelerdi.

 Hanımların birbirini keselemesi, enerji gerektiren bir çabaydı ve çok dikkatimi çekerdi.(Keselenmenin nedenini bilmezdim) Çabayı merakla izlerdim. Bazı kadınlar: "Çekil baken ordan! Bakıpdurma baken ayıp!" Diye uzaklaştırırken, ayıbın nedenini anlayamazdım. Ama bakarken, adeta yorulurdum ve o yorgunluğu hissederdim. Bu keseleme işi belleğime iyice kazınmıştı. Daha sonraki yıllar içindeki değerlendirilmelerimde, o gayretli işin zorluğunu iyice anlamıştım..

 Hamamda gezinirken göbek taşında boş bir yer bulursam ilişirdim. Otururdum diyemiyorum, zira iki dakika geçmez, yıkanmaktan bunalan iri yarı hanımlardan biri, gelir: "Kalk baken çocum, çarpıntı geldi bayılıyon, gaç ordan!" der, beni kaldırıp otururdu. (Ve duyacağım şekilde varlığımdan yakınır, kendi kendine mırıldanırdı.) "Zeren gadan çocuk naapa hamamda? Getirende akıl yok!" Diye annemi eleştirirken "Arada, bir ıhh sesi" Duyulurdu.) Hemen, yakını veya arkadaşı limon getirir, ortadan keser suyunu ağzına sıkarak ferahlatmaya çalışırdı. Limon hemen rahatlatmadığından, tas'la başından soğuk su dökme ihtiyacı hissedilirdi. Hanım, arkadaşının birkaç defa taşıdığı su ile yüzünü ve başını yıkar, o arada: "Yeter artık, çıkayım, locada dinleneyim." Demezdi!

 Öte taraftan kurna başında sabunlanmakta olan hanımlar, sabunu öyle köpürtürdü ki, güreş develerinin ağızlarındaki köpük, yanında küçük kar topu gibi kalırdı. Çünkü hanımın başı köpüğün içinde adeta kaybolurdu. Hamam tas'larının tınısı, kurnaların durmaksızın dolup boşalması ve külhandaki sıcak suyun azalması hamamcıyı telaşlandırır, tokmaklı kapıyı sert şekilde açıp, içeri giren hamamcı: "Ne dedim ga ben size!" Diye hamamın içini şöyle bir inletir, dikkatleri kendine çekerdi: "Ne var acaba?!" gibilerden herkes dinler, hamamcı: "Ugudan su mu dökülü? Iccak su bitiyoru, depdurun duyumamısınız? İki hafda evee geldiniz, ne vaa da, ugudan yıkanıpdurusunuz? Tütün kırmeye mi giddiniz? Heden, toparlanın gaari." Dedikten sonra, "Ayvenen ilimanı dışarda yin! Garlaa sizi beklepduru, ayoo!" Diye hafif öfkeli tavır ve o tavra uygun ses tonu ile son uyarıyı yapardı.

 Aradan geçen 1.5 yılın sonunda bir gün, hamamdan çıkıp eve giderken: ".... hanım, oğlanı getirme gari. Hem böyüdü hem çok şer. Goca hamamın içini sıyımaz.. Kapıdan girip çıkıyoru, hamam soğuyoru deye ödüm alınıyoru. Evde bubannesinnen oturugosun, sen kendin gee!," dediğinde; o an gözlerimi; tavana, duvardaki resimlere çevirip, bakıyormuş gibi yapardım. Zaten hamamcıdan korkardım ve hamama gitmek istemezdim. Kapıdan çıktık, annemin elinden tuttum ve eve doğru yürümeye başladık.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI