KERLİ FERLİ DENİLEN YARATIK
Daha 12-13 yaşlarımda iken, yaşıma mütenasip olmasa da, bazı yerlerde, yaz tatili nedeniyle çıraklık için, bazılarında arkadaşımla birlikte, babasına ait işyerinde sohbet için oturur vakit geçirirdik. Ben ve benim yaşımdaki çocuklar, yaşlılar için: -yeni yetme- idik, böyle düşünenler eli bastonlulardı ve çoktu. Davranışımız, tarzımız, düşüncelerimiz, yaşlılar için tuhaftı ve yadırganırdı. Yaşlı yurttaşımız; neden benim gibi düşünmez, giyinmez, neden aklı bir karış havada davranır, neden benim dediklerimi dikkate almaz, gösterdiğim yoldan gitmez, gibi saplantıları vardı. Torunu yaşındaki yurttaşla arasındaki yaş farkını dikkate almadığından anlaşmakta sıkıntı yaşardı. -bu zamane gençleri işe yaramaz, bunlardan bu memlekete hayır gelmez- görüşü ile kendi kendine, hükmi karakuşiden verdiği kararla olumsuz düşünceler içinde alabora olurdu.
O YILLARDA GÜNÜMÜZ TEKNOLOJİSİNDEN HİÇBİR ŞEY YOKTU
Yaşlı insanlarımız arasında isem ve kendi aralarında yaptıkları sohbete tesadüf etmişsem, konuşmalarına kulak misafiri olurdum ki, o konuşmalar çeşitli konuları içerir, doğal olarak kaba/saba cümlelerle tartışırlardı. O zamanlar, TV yoktu, cepte taşınan telefon yoktu. Eğlence olarak sadece; sinema, radyo, yerel yetenekli öğrencilerin sunduğu, amatör tiyatro gösterimleri ve münazara gibi sosyal aktivitelerle zaman değerlendirilirdi. Yaşlılar belli düşüncelerinin dışına çıkmaz ve aynı konuyu defalarca tartışmaktan konuşmaktan bıkmaz, usanmazlardı. Yaşlandıkça, anımsamalar, kavramalar zorlaşır, reddetmeler çoğalır -ben dediydim- veya -ben öyle demedim, sen dedin- tarzı iddialaşmalar sürgit devam eder, birbirlerinden özür dilemeye yanaşmazlardı. Oysa o anda kanıtlanamamasına rağmen sohbete katılanların ağzından, aralarında olmayan kişi veya kişiler hakkında: ".benden duymuş gibi olmayın, aramızda kalsın! Duyduğuma göre." diye başlayan ve küfürlü cümlelerle devam eden sohbete, ara verilmezdi. İçeriklerini merak etsem de, bazen kulak kabartmayı istemem, ama nedense buna rağmen istemesem de, dinlemek zorunluluğunu hissederdim! Sohbetleri tüm dikkatimi odaklayarak ayakta veya bir kenarda oturup kendimden geçercesine, izlemekten kaçınırdım. Zira vaziyet alınmış o tür dinleme pozisyonuna, izin vermezlerdi. Aslında konuların bazıları, biz çocukların duymaması gereken ve yaşımıza uygun olmayan anlatımlardı!
CAN CİĞER KUZU SARMASI ARKADAŞLIKLAR
Bazı konuşmalarda çamur atma ve orada olmayan şahıslara aşağılayıcı sözcüklerle yüklü cümleler, havalarda uçuşurdu. Anlatılanların, kötüsü ortaya konulurken bunların doğru olup olmadığı bilinmezdi, dedikodu niteliğindeki konuşmalar, olayın kahramanlarını, hayalen yerlerde süründürür, konuyu anlatanla, dinleyenler bundan son derece zevk aldıkları, kahkahalarından belli olurdu. Oysa o an mekânda konuşanlar, mekanın dışında olan ve aleyhlerinde konuşulanlar hepsi can ciğer kuzu sarması arkadaş ve dosttu. Çünkü daha evvelki geliş gidişlerimde gözlemleyerek öğrenmiştim. Ancak arkadaşlıkları, dostlukları bu nedenle, biz genç kuşak için olabildiğince riya ile doluydu ve tabii oldukça münasebetsizdi. Çocuk yaşta olmamız, yaşam deneyimimizin yeterli olmamasına karşın, konuşmaların rencide edici ve basit oluşu, sohbetin niteliksizliğinden fark ediliyor ve bu nedenle şaşkınlık yaşıyordum.
SİLAHLAR ÖYLE ATEŞLENDİ Kİ:
Efendim o gün mekânda konuşulan konu: Dört arkadaşın, silahlarını kuşanıp köpeklerini alarak ava çıkmaları idi. Epey bir süre dağların engebeli yollarında, rampalarında, ine/çıka yürürken, birden Domuz sürüsü ile karşılaşmışlar ve dört avcı, hepsini öldürmüştü. Gidip bakmışlar 13 adet Domuz cansız yatıyordu.
GELİN PEKİ DEYİN HİÇ OLMAZSA BİR KEZ DENEYELİM.
İçlerinden biri: "Yahu gelin, bu güne kadar hiç denemedik, ama bu sefer -peki- deyinde, şunlardan birini; kesip, pişirip yiyelim ve Domuz etinin ne menem bir et olduğunu öğrenelim" deyince hepsi bu denemeyi onaylamış. Orta boy 20-25 kg gelecek birini kesmişler, soymuşlar. Ortaya çıkan et'in, o çirkin yabani hayvandan hiç beklemedik pembelikte ve beyazlıktaki et ve yağ dokusu karşısında şaşkına dönmüşler. jeep sahibi, genç adam aracını ölü Domuzların yakınlarına kadar getirmiş ve kesilip soyulan Domuzu aracın içine koymuş. Genç adam henüz evlenmemiş, ancak kendinden yaşça büyük olmalarına karşın av heyecanı yüzünden -ağabey- dediği kişilerle epey zamandır arasında dostluk tesis ederken, genç adam, diğerlerini de evinde ağırlamıştı.
"NE ETİ BU BÖYLE? KUZU MU"
Eve vardıklarında, birkaçı domuzu parçalamış, Buzdolabına koymuş.(O yıllarda bazı varsıllarda ve memur evlerinde buzdolabı vardı. Satıcısı: Bonmarşe Sabri Acarsoy idi. Tanrı rahmetini esirgemesin.) Et burada birkaç gün dinlendirilip, hafta sonu, 12 kişilik sıkı/fıkı oldukları dost ve arkadaş gurubunu, (Samimi arkadaşları ve aleyhlerinde atıp tuttukları, gerçek olup olmadığı kanıtlanmamış, niteliksiz dedikodularla eleştirdikleri kişilerde olmak üzere, diğerlerini) genç adam yemeğe davet etmişti. Bu arada arkadaşım, babası ile bu davete giderken bende arkadaşımın babası ve arkadaşım sayesinde tesadüfen katıldığım bu yemekte; çorbaların, pilavların, haşlama etlerin, salata ile bir güzel ve iştahla tüketildiğinin tanıklığını yaptım.
BAYRAM DEĞİL SEYRAN DEĞİL BU NE?
Sofradan kalkanlar teşekkür ederken, biri yerel ağızla: "Baş vıdı-vıdıcı VE çok yaaşak adam" "Allah kesene bereket versin. Ama hayırdır, bayram değil seyran değil bu ziyafet neyin nesi? Bayağı merak ettik" (Bence bu soru, dedikodu üretmek ve aylarca bu dedikoduyu her yerde anlatmak için sorduğuna eminim.) Diye sorunca, ev sahibi, genç adam: "Eti beğendiniz mi?" sorusunu özellikle araya girerek yöneltti: Et tüketiminde en iştahlı, dedikoduda ve çamur atma konusunda en başta ve en önde gelen şahıs: "Vallahi ben bugüne kadar, böyle lezzetli bir et yemedim" deyip, soruyu yineledi. "Ne bu, Oğlak mı, Kuzu mu?" diye sorduktan sonra, sorusunu kendi yanıtladı. "Şöyle bakılırsa; etin yağı, yumuşaklığı, ağızda çiğnenmesi ile tadı, besili kuzuya benziyor. Nereden aklınıza geldi, kuzu alıp, pişirip yedirmek? Hayırdır!? Düşünde ananı babanı mı gördün?" sorusunu genç adama yöneltti. "İkisinide gördüm" cevabı alınca: "Tevekkeli değil, durduk yerde böyle ziyafet başka türlü çekilmez" diyerek: "Allah hayırını kabul etsin, sevap yazsın" dileğine, diğer arkadaşları da: -amin- diyerek katıldılar. Kahveler içilirken, evinde yemek yenilen genç adam için, diğerleri övgüler ve onu yüceltici, taltif edici cümlelerle kutlamayı renklendiriyorlardı (!)
RİYAKÂR VEYA MÜRAİ
(Riyâ, çok önemli bir kavramdır! Arapçadan Türkçeye geçmiştir. -Riyâ-'sözcüğüne -kâr- ekini bütünleştirirseniz -Riyâkâr veya- mürai sözcüğü oluşur ki, anlamı ikiyüzlülük, göründüğü gibi olmamak anlamında kullanılır. Riyakârlık, insanlar arasında; manevi nüfûz, şan, şöhret, maddi çıkar, makam, mevki sağlamak için yapılır. Günümüzde bu insanlardan pek çoğu aramızda yaşamaktadır.)
KERLİ FERLİ ADAMLAR AŞAĞILADIKLARI KİŞİYİ ONORE ETTİ
Oysa aşağı yukarı bir hafta önce, ağızlarına gelen; aşağılayıcı, bayağılaştırıcı, yerlerde süründürücü, küçültücü cümlelerle atıp tutanlar, maske değiştirip, yüzlerine -Melek- maskesini takmış, iyilik meleği karakterini oynuyorlar ve genç adamı onore ediyorlardı. İşte insan denen kerli ferli insan denilen canlı yaratık, bu idi!
KARAKTER: Kişiye özgü davranışların bütünü olup, insanın bedensel, duygusal ve zihinsel etkinliğine çevrenin verdiği değerdir. Bireyin karakteri, kişisel özellikleri ile içinde yaşanılan çevrenin değer yargılarından oluşur. Karakter; aile, okul, çevre içinde çocukluk çağından itibaren gelişmeye, biçimlenmeye başlar. -Alıntı-
KELLİ/FELLİ: Yurttaşın yıllarca -Kelli/Felli- diye seslendirdiği deyimin doğrusu: -Kerli/Ferli-dir. Ve bu türlü telaffuz edilmesi, yazılması gerekir! Fakat yıllarca -Kelli/Felli- diye telaffuz edilip yazıldığından, öyle gelmiş öyle gitmektedir! Hatta halk ağzında Kelli Felli, iri yapılı, ensesi dört katlı, göbekli, 150 veya -200- okkalık insanı tarif ederken söylenirdi. Oysa Kerli/Ferli tanımlaması: "maddi durumu çok iyi, yanı sıra parası pulu ve gösterişi olan kişiyi tanımlamak için kullanılır"