Çocukluğumuzu yaşadığımız yıllardaki, gözlemlediğimiz iki dini bayram, telaşlı bayramdı. O iki bayramda evlerde mutlaka yemek hazırlığı yapılırdı. Çünkü şehir dışından, varsa ya yakınınız veya misafiriniz gelirdi. Hele bazı evlere gelenler, o evin ya taze damadı veya çiçeği burnunda gelin hanımı olurdu, o zaman misafir ağırlamak daha da, zorlaşırdı. Bu özel durumlar dikkate alınır, birkaç günlük bayram ziyareti süresince, oturup yüzlerine bakılarak bayramın geçmesi beklenmeyeceği için; et sulu çorbasından, et yemeğine, nohutlu pilavından kızartmasına, zeytinyağlı ot'undan, tatlısına kadar her şey her gün çeşitlendirilerek pişirilir ve ikram edilirdi.
GİZLİ AMA MUTLU OLMAK İÇİN İZLENİR
Bu arada özellikle taze damat evde her an'ı, gizli bakışlarla izlenir, izleyenlerden, biri veya birileri yerel ağızla, içlerinden: "Maşallah damadımız pek şatır, gızınnan birbirleene pek yakışmışlaa, Allah bi yasdıkdı gocatsın, işallah." Diye dilekte bulunurlardı. Eğer damat bakıldığını hisseder, kendisini izleyenle göz göze gelirse, izleyen hemen gülümser, elmacık kemikleri tombullaşır bu arada çoğunluğu -Altın kaplama- olan dişler, ışıl ışıl yanar sönerdi.
DAMAT DEVLET GİBİDİR, LAFININ ÜSTÜNE LAF KONULMAZ
Misafirlere ikramda kusur edilmez, elden gelen ne varsa, ortaya konulur, davranışlarda: -Samimiyet, güler yüz, hoşgörü- taze damada mutlaka yansıtılır ve damattan da, aynı tepki alınırdı, usul yöntem bu idi, böyle gelmişti ve öyle gidiyordu.
DAMADA "GILİ GILİ" ETMEK
Yıllar öncesi yaşanan o güzel bayramlarda, özellikle damada hoş görünmek, geleneklere göre zorunluluk gibi bir şeydi. Hane halkındaki (Kız evi) tüm yüzler, her an tebessüm halinde olur, tebessüm etmekten ağız, kulaklara varırdı. Damat ne derse, ne anlatsa, neyi eleştirirse, örneğin: Üzerine aldığı herhangi bir giysinin kalitesinden söz etse, tamamına, ayrı ayrı: "Evet/ Doğru diyorsun/ Haklısın/ Pek güzee, eyisinden almışsın yakışmış, gülü güle kee./ Diye yanıtlanır, anlattıklarına, söylediklerine en küçük eleştiri yapılmazdı. Yerel halk bu şirin görünme tarzının nedenini: "Damat gıli gıli edilise, gız tarafını sevee" diye değerlendirilirdi. Yani, içinden beğenmese de, anlatılanları, söylenenleri doğru buluyormuş, tasvip ediyormuş gibi davranırdı. Şirin görünmeyi bir tiyatro sanatçısı kadar oynamayı becerebilir, hatta tüm ailenin diğer fertleride bu rolü paylaşırlardı ki, bayram sonunda, genç evliler yuvalarına dönünceye kadar, bu rol sürdürülürdü! Önemli olan mutlu görünüp, genç evlilerinde kendileri gibi: -Sen bilirsin- demeyi, havayı yumuşatmayı öğrensinler, iyi geçinmenin temellerini sağlam atsınlar diye, bu ve buna benzer davranışlarla örnek olma amaçlanır, çabalar bunun için sarf edilirdi.
ANNE TATLISI PAZARIN TATLISINDAN GÜZEL MİDİR?
Buradan, geçelim evde yapılan bayram tatlılarına. O eski yıllarda sıra tatlıya geldiğinde, ya sütlaç, ya ev baklavası veya yerel ağızla: -Moğla Sareelisi- yapılırdı. Yine şehrimiz yerel ağzı ile -Gadef- veya mevsim meyvelerinden yapılan aynı ağızla telaffuz edilince: -Goşaf- denilen, ancak o yıllarda dil döndürmeyi becerip, yani günümüz Türkçesi ile telaffuz edebilirseniz: -Komposto- diye ikram ederdiniz.
BUYURUN BUYURUN HOŞ GELDİNİZ, ALLAH NE VERDİYSE
Bu zaman içinde, yani bayram süresince çoğu zaman anne/baba evinde geçen bayram, hısım/akraba evlerine yapılan ziyaretlerde sürdürülürdü. Bazı ziyaretler öğle yemeği vaktine rastlar, misafire hazırlıklı olmayan hane halkı, yinede bayrama yakışan bir sofra kurmayı gerçekleştirmekten geri durmazdı. Dolayısı ile, gelinen evde: -Allah ne verdiyse- türü yemekler için sofraya oturmak bir zaruret olurdu. Çünkü "Damadımız gelmiş, evimizi şereflendirmiş, bizi unutmamışlar" diye değerlendirilir, ayrıca "evlendikten sonraki ilk bayram ziyareti" diye önemsenip yorumlanırdı.
BAKLAVA DEYİP GEÇİLMEMELİ
Girizgâhı bitirip geçelim ana temaya. Yaşadığımız bu Kurban Bayramının ikinci gününde, bir televizyon kanalında izlediğim, Baklava üretimi bayağı, hatta oldukça maharet gerektiren önemli bir meslek demenin bence hiçbir sakıncası yok. Program yapımcısı hanım, atölye şefine çeşitli sorular sorarken, yanıtlarını da, dikkatle dinliyordu.
BAKLAVA ÜRETİMİ KAYDEDİLDİ
Nihayet bir tepsi baklavanın üretilme aşaması, kameralarla kaydedilince; çok emek verildiği, çok özen gösterildiği, ustalaşmış ellerin o baklavayı nasıl yenilebilir hale getirdiğini görüntülediği, meslek ustalarının ortaya koyduğu baklavayı, adeta bir sanat eserine benzettikleri için, insan ısırmalara kıyamayacaktı. Hani; yemede yanında yat demeye getireceklerdi, sanki.
BAKLAVA, EKMEK YER GİBİ YENİLMEZMİŞ!
Zaten Baklavayı yemenin bir usulü kaidesi olduğunu artık öğrenmiştik. Her neyse. Bir tepsi baklavanın üretilmesi için, hamur adeta babaannelerin, anneannelerin tülbent diye tanımladığı o ince başörtüsü haline getirilmesi, insanı küçük dilini yutacakmış durumuna getiriyordu. Hani öyle böyle ince değildi, hamurun arkasına konulan yazı, bayağı rahat okunuyordu! Şu mesleğe, mesleğin yetenekli ellerine bakar mısınız; o ellerle neler üretiliyor, neler.
TANRI'NIN YARATTIĞI EN DEĞERLİ CANLI İNSANDIR
Hele elleri değerlendirirsek, o yetenekli ellerin parmakları; ne enstrümanlar çalıyor, okuyan gözler, duyan kulaklar ve eğitilen beyinler, insanlık için ne buluşlara imza atıyor? Dikkatle değerlendirirseniz, İnsan denen canlının ne kadar kıymetli bir yaratık olduğu anlaşılacaktır! Tanrı yer yüzü'nün doğallığını koruyup kollaması için yarattığı en değerli canlıdır, insan.
AH O İNSAN ORMANLARI, YAKMASA VE ÖLDÜRMESE
Ama öte taraftan, ağaçları kesen, canlılara oksijen üreten ormanı yakan da, insan! İnsan denen yaratık çok vahşi! Vahşiliği orman yakmakla kalsa neyse. Rüzgârlı havayı bekleyip, birkaç yerde birden yangın başlatan vahşi, insanı öldüren, hemde boğazını keserek öldüren bir vahşi..
GÜNAHSIZ BEBEKLERİ ÖLDÜRENDE İNSAN
Hele bebekleri, çocukları; acımasızca bombalarla katleden, kendi yurttaşları ile tüm Dünya insanlarının karşı çıkmasına rağmen, evlerini bombalarla yıkıp, yerle yeksan eden de, insan! Tanrı o masum bebeklerden rahmetini esirgemesin, ruhları şad mekânları Cennettir mutlaka! Bir yanda insan denen melek, bir yanda insan kılığındaki vahşi bir yaratık. Tanrı'm; vardır bir bildiğin, ama bu ne çelişkidir böyle?
BAKLAVADA -ÇITIRRR- SESİ ÖNEMLİYMİŞ
Her neyse, geçelim hüzünlü an'ları. Baklava üretiminin kaydına devam edelim! Bir tepsi baklavaya serilen ince hamur fıstıkla dolduruluyor, Tereyağı konuyor ve diğer katkılarda ilave edildikten sonra fırına sürülüp pişiriliyor. Fırından çıkan pişmiş baklavaya, Pancar şekerinden yapılan şerbet dökülüyor. Bir süre soğumaya bırakılıp, şerbetini emmesi bekleniyor ve nihayet ısırılan baklava, kulakta bıraktığı -Çıtırr- sesi ile damakta bıraktığı tat ve fıstık aroması, yaşadığınız sürece kendini sıklıkla anımsatıyor.
ÜNLÜ MARKALAR PAHALI. AMA MASRAFTA AZ DEĞİL HANİ.
Fiyatının pahalı olması ise: Özel un+ Kireçsiz su+ Tereyağ+ Fıstık+ Pancar şekeri şerbeti+ Enerji giderleri, birden fazla elektrikli fırın+ işyerinde, istihdam edilen mesleğin ustalaşmış personeli ile yardımcı hizmetler için kadroya alınan vasıfsız personel ücretleri + araç giderleri + yakıt masrafları ve tüm personelin sigorta ödentileri! İşte. Bu ve buna benzer üretimler bu yüklü masraflarla elde ediliyor.
AMA EN İÇTEN DUYGULARLA DİLİYOR VE İSTİYORUM.
Sanırım yurttaş çoğunluğu, ünlü markaların bu özel ve güzel tadını kolayca alıp tüketmesini, fiyatının pahalı olması engelliyor! Ancak o ünlü baklavalar alınıp yenilmese de, kolayı var. Aynı tat ve lezzetteki, anne tatlılarının tüketilmesini ve nice; Ramazan, Kurban ve milli bayramlarımızı yaşamanızı, en içten duygularla diliyor ve istiyorum.